Mescidler, Camiler Ve Halimiz

Arapça'dan bir sözcük olan "Cami"; Cem kökünden gelen “toplayan, bir araya getiren yer, toplanma yeri" demek.

Mescit (Mescid) sözcüğü de yine Arapça'daki secd(e)'den türeyip secdeye varılan yer, ibadet yeri anlamında.

İslâmiyetin ilk yıllarında ilk muhacirler, Resûl-i Ekrem daha Medine’ye gelmeden Kubâ’da Amr b. Avf oğullarına ait bir hurma kurutma yerini mescid haline getirmişlerdi. Müslümanlar burada toplanıp Allah’ı anıyor ve Allah’ın buyruklarını diğer insanlara ulaştırmak için neler yapılabileceklerini istişare ediyor, ihtiyaçların giderilmesi için el birliği yapıyorlardı.

Müslümanların sayısı arttıkça yeni mescidler yapıldı.

Mescidler, İslam’ın ilk dönemlerinde ibadet yeri olmanın yanında, dinsel, eğitsel, sosyal, kültürel, edebi, istişari ve hukuki işlerin görüldüğü yer olarak hizmet verirdi.

Vahyolunan ayetler mescidlerde okunur, yazılır, ezberlenirdi.

Mescid-i Nebevi’nin bir bölümü olarak inşa edilen “Suffe” İslam’ın çok önemli bir eğitim ve öğretim merkezi haline gelmişti. Buradan yetişenler birçok İslam ülkelerine öğretmen olarak görevlendirilmişlerdi.

Hz. Peygamberin mescidlerdeki eğitim ve öğretim faaliyetleri hem erkeklere ve hem de kadınlara yönelik olmuştur. Zira Hz. Peygamber, eğitim ve öğretim faaliyetleri için “Erkekler Suffe”sini oluşturduğu gibi “Kadınlar Suffe”sini de oluşturmuştu.

Mescidler aynı zamanda bir İslam kültür merkezi vazifesi de görmüşlerdir. Buralarda karşılıklı edebi konuşmalar ve yarışmalar yapılırdı.

"Mescidler yerine göre çeşitli bayram eğlencelerinin yapıldığı yerler olmalarının yanında üzüntülü ve sıkıntılı olanların sığındıkları yegâne yerler olmuşlardır." (Buhari, 1982: I/58-69).

Mescidler Allah’ın evleri olmaları hasebiyle yerli ve yabancıların rahatlıkla gelip sığınabilecekleri yerlerdi. Bu kişiler ise, erkek veya kadın olabilirlerdi. Yani ihtiyaç duyduklarında kadınlar da mescidi misafirhane olarak kullanabilirlerdi. Nitekim bir keresinde İslam’a yeni giren bir cariye için mescidin bir kenarında kıldan bir çadır inşa edilmiştir.

O dönelerde kadınlar da mescidlerde barınabiliyordu.

Ayrıca civar kabilelerden Peygamberimiz Hz. Muhammed ile görüşmeye gelen heyetler mescidde ağırlanmışlardır. Zaman zaman sayıları sekseni bulan bu heyetler, rahatlıkla Allah’ın evinde misafir olarak kaldıklarında develerini de cami avlusunda bir yere yerleştirmişlerdir (Hamidullah, 1984: 57).

O günün gerektirdiği şartlar gereği Hz. Peygamber döneminde devam eden bu uygulama Dört Büyük Halife döneminde de devam etmiştir. Nitekim Hz. Ömer döneminde yabancıların mescidde ağırlanıp uyudukları görülmüştür.

İslam’ın ilk yıllarında özel adliye binaları olmadığından, hukuki meselelerin çözümü mescidlerde yapılıyor, mescidler adliye binası olarak da görev yapıyordu.

Yine, İslam’ın ilk dönemlerinde mescid, aynı zamanda idari işlerin ve diplomatik ilişkilerin yürütüldüğü yer olarak da işlev görmüştür.

Hz. Peygamber, devletin işlerini burada idare ettiği gibi, minberden siyasi ve dini meseleleri açıklamış ve elçileri de burada kabul etmiştir.

Asr-ı Saadet'te Mescid-i Nebevi, devlet idaresinin merkeziydi. Resulüllah ve ondan sonra da Raşid halifeler orada otururlar ve devlet işlerini oradan yönetirlerdi. Müslümanların sorunları orada gündeme getirilir, çözüm yolları aranırdı.

Özetle; Hz. Peygamber ve sahabeler döneminde mescidler müslümanlar için çok çeşitli işlevlere sahip, ibadethane ötesi bir yerdi. Zira ibadet, bu faaliyetler arasında çok az bir yere sahipti.

İslam yayılıp büyüdükçe mescidlerin yerini büyük mescidler, camiler almaya başladı. İlk olarak cuma namazı için düşünülen bu büyük mabetler zamanla mescidlerin yerini aldı.

İslamın bir iktidar aracına dönüşmesiyle birlikte bu mabetler yani camiler de din savaşlarının rekabeti içine girdiler. Diğer dinlerin mabetleriyle yarıştırılan camiler süslenerek görkemli hale dönüştüler.

Ancak zamanla islam adına ortaya çıkan iktidarlar mabetlerin sosyal vasıflarını azalttılar.

İktidarlar, halkla bir araya gelmekten uzaklaştıkça, mabetler yerine yaptırdıkları görkenli saraylardan çıkmaz oldular. Böylece camilerde yapılan sosyal siyasal, eğitim vs. gibi zengin içerikli şeyler saraylarda yapılır hale geldi.

Camilerde yapılan aktiviteler başka alanlara taşınmaya başlanınca zamanla camiler sadece erkeklerin namaz için toplandıkları yerler haline geldi.

Durum böyle olunca da camilere gelmeyi teşvik için camilerde cemaatle namazın önemi öne çıkarılmaya başlandı. Camilerde bulunma süresini artırmak için de çeşitli dini ibadetler araya sokuşturuldu.

Osmanlı döneminde camileri bu halden kurtarmak için camilerin dış bölümlerinde sosyal amaçlı ilave yerler yapıldı. Aş evleri, misafirhaneler, kütüphaneler, toplantı yerleri gibi ilavelerle camilerin fonksiyonları bu şekilde artırılmaya çalışıldı.

GÜNÜMÜZDE CAMİLER

Günümüzde camiler süsleriyle ve büyüklükleriyle diğerleriyle yarışa girmiş durumda ve sadece namaz kılınma yerleri olarak hayatımızda yer almakta.

Hz. Peygamber döneminde icra edilen birçok şeyin günümüzde artık camilerde yeri yok. Namaz dışında kalan ne varsa bunlar artık başka mekanlarda , bir başka boyutta yapılıyor.

Buradan bakıldığında camiler artık Hz. Peygamberin önem verdiği mescidlerle ilgisiz bir durumdadır.

Bu mekanlar artık farklı bir mahiyete bürünmüşlerdir.

Mütevazi mescidlerin yerini alan görkemli camilerimiz günümüzde bir devlet memurunun günde toplamda bir saat gibi bir sürede kendi namazını kılarken birkaç kişinin de arkasında saf tuttuğu mekanlar haline dönüşmüştür.

Bu manzara karşısında camilere gelenlerin sayısını artırmak ve camilerin gün boyu boş halini örtmek için yediler, kırklar vs gibi ölünün ardından tertiplenen mevlitler, yine bir başka bidat olarak ortaya çıkan kandillerle camiye gelenlerin sayıları artırılmak ve burada daha uzun süreli kalınmasının yolları aranmıştır.

Haftada bir gün yoğunluğun yaşandığı cuma namazları da bu doğrultuda diyanet ve cami görevlilerince bir fırsat olarak değerlendirilmekte, kalabalıklara dakikalarca bir konu etrafında uzun konuşmalar, dualar yapılmakta, namazlara eklemelerde bulunulmakta.

Oysa tüm bunların Peygamber dönemindeki islâm uygulamalarında zerre yeri yoktur.

Ancak, bunların ortadan kaldırılması halinde camilerin gün boyu boş durumda kalacağı gerçeği bu bidatlara sarılmayı adeta zorunlu hale getirmiştir.

Zira her geçen gün cami sayısı artarken, namaz için camiye gidenlerin sayıları azalmakta olup bu gidişle camiler tıpkı kiliseler gibi haftanın belirli günlerinde, özel ayinler gibi özel uydurmalarla kalabalıklaşabilecektir.

Ülkemizde yüzlerce camide cemaat yoktur ve (bilhassa köylerde) birçok cami çeşitli tamirat gerekçesiyle kapalıdır. Cuma ve cenaze namazları da genellikle merkez camilerde kılınmaktadır. O nedenle ücra yerlerdeki camilerdeki görevlileri yerinde bulmak zordur.

Bu tabloya rağmen hala köylerde, mahallelerde cami yapma yarışı vardır. Bu camilerin komşu camilere nispetle daha görkemli olması ise yarışın bir başka boyutudur.

Sonuçta; milyonlar harcanarak yapılan birçok cami bir israf abidesi durumundadır.

Bu tip bir din yapılanmasının dinimize nasıl bir yarar sağladığını bilmiyorum.

Camilerin bu saatten sonra başka işlevler üstlenmesi, Peygamber dönemini bırakalım Osmanlı Dönemindeki hale dönmesi bile mümkün değil.

Bunlar açık gerçekler olmasına rağmen halkımız neden hala milyonlar harcayarak cami yapma yarışını sürdürüyor?

Buraya sürüklenişin çeşitli nedenleri var;

Bu nedenlerin başında gelen şey ise islam denince ilk akla gelen şeyin cami ve namaz olması.

Oysa, islâm bir mekanda toplanma, insanlığın sorunlarını çözme, hep bir arada Allah’ın vahyettikleri doğrultusunda yardımlaşma, dostça bir arada yaşamayı geliştirme amaçlıdır. Namaz, bütün bunlara şükür babında bir arada yapılan toplu secde, toplu duadır.

O nedenle Kur’an, namazdan bahsetmez. Zira ‘namaz’Farsça olup, bizlerin diline yerleşmiştir. Kur’an’da bu ibadet ‘salat’ tanımı içinde yerini almaktadır. Yani kıyam-rükû-secde şeklindeki dua/yakarış ritüelleri salat kavramından çıkarılmaktadır.

Oysa,’salat’ geniş anlamları olan ve Peygamber döneminde mescidlerde bir araya gelinerek yapılan, yapılmasına karar verilen müslümanların sorunlarını çözmeyi de içine alabilecek şekildeki islâm anlayışının karşılığıdır.

Salat sadece namaza indirgendiği için müslümanlar üzüldüğümüz durumda.

Bu durumdan kurtulmak için yapmamız gereken şey; ‘salat’ın gereğinin yapılmasının şart olduğunu müslümanlara yeniden kavratmak ve hayatımızı buna uygun dizayn etmek olmalı.

Bunun için eldeki imkanlar çerçevesinde camilerde, okullarda, hayatımızın her alanında bu konular işlenmeli, cami yarışı gibi israflarla Allah’ın hosnutluğunu kazanmanın mümkün olamayacağını, bilakis israfın haram olduğunu anlatmalı.

İslâmın ilk yıllarındaki zihni yaklaşıma sahip olmadan, o yaklaşımı şiar edinmeden alınabilecek hiçbir mesafe yok..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.