Yavuz Sultan Selim 1515’de neden saltanatı terk etmek istedi?

Osmanlı Tarihindeki bazı önemli Vak’alar, genel anlatım içerisinde kaldığı için maalesef pek fazla dikkat çekmemektedir. Oysaki bu vakaların her birisi muhatabı olduğu padişahın saltanatı sürecinde önemli dönüm noktalarından biridir. Bunlardan birisi hiç şüphesiz Fatih’in 1451’de Karaman Seferi dönüşünce Yeniçeriler tarafından kendisine yapılan saygısız ve küstahça hareketti. Yeniçeriler, sefer dönüşü Bursa yakınlarında iki saf olmuşlar, silahlarını çatmışlar ve Fatih’i tazyik ederek silahlarının altından geçirmeye muvaffak olmuşlardır. Bu sırada da Yeniçeriler “babalarına” yapmamaları gereken bir harekette bulunarak “ ilk seferindir. Bahşiş isterüz” demeleri ve silahlarını göstermeleridir. Kemalpaşazade’nin değimi ile bahşişi Yeniçerilerin kendisi değil adeta Fatih’e çattıkları kılıç, mızrak ve az sayıda tüfekleri istiyordu. Fatih, çok kızmış olmasına rağmen bunu pek belli etmedi. Öfkelendiği zaman yaptığını yaptı. Dudaklarını ısırarak kanattı ve böylece öfkesini teskin etti. Yeniçerilere de istedikleri gibi bahşiş verdi. Ancak sonraki ilk menzilde otağını kurdurdu. Yeniçerilerin bu küstah hareketi karşısında ilk önce Yeniçeri Ağası Kurtçu Doğan’ı çadırına çağırdı. Onu azarladı, hakaretler etti. Yeniçerilerin bu şekilde serkeşlik göstermelerinden dolayı yakasından tutarak onu hırpaladı. Daha sonra bütün ordunun gözleri önünde Gelibolulu Mustafa Ali’nin değimi ile “ muhkem dövdürdü.” Kaynaklarda yüz değnek attırdığı söylenir. Daha sonra onu Yeniçeri Ağalığından azletti ve yerine kendi adamı Mustafa Ağa’yı getirdi. Daha sonra azlettiği Kurtçu Doğan’ın boynuna yapıştı. Yeni tayin ettiği Yeniçeri Ağası Mustafa Ağa’nın da kulağından tuttu. Önünde Yeniçeriler, azaplar ve sipahiler olduğu halde “Min-ba’d bunun gibi hareket itmeyeler. Zira suret-i cebr ü isyandur. Yoksa vallah bir tarikle cemi’sinün hakkından gelürem ki anlardan sonra gelenlere ibret ü nasihatlar olur” dedi. Daha sonra Yeniçerilerin bu serkeşliğinden sorumlu tuttuğu diğer rütbeli askerlerden yayabaşıları da aynı şekilde ordunun gözleri önünde 100’er değnek ile dövdürdü.

Fatih, Edirne’ye döndüğü zaman ilk olarak bu iş ile ilgilendi. Yeniçeri Ocağında çok köklü bir reforma gitti. Yıldırım Bayezid ve II. Murad av yapmaya çok meraklı idiler. Sadece avlanmak için mahiyetlerinde 7.000 kadar sekbanın olduğu söylenir. Fatih Yeniçeriler arasına sekbanları yerleştirdi. Bunları kendisine bağladı ve avlanmak için sadece 500 kadarını bıraktı. Böylece Yeniçeri Ocağında bu gibi serkeşlik yapılmasının önüne geçildi. Dahası Yeniçeri Ağası olacak olanlar bundan sonra Sekbanbaşılıktan gelecekti. Böylece Fatih, Karaman Seferi dönüşünde Yeniçerilerin bu serkeşlikleri İdris-i Bitlisi’nin değimi ile “ hayırlı bir olayın başlangıcı oldu”. Fatih’in bu reformu ile Yeniçeriler Fatih ölene kadar bir daha küstahlık yapmadılar. Babalarına ölene kadar sadakatle bağlı kaldılar. Dahası artık onların her birisi birer ölüm ve savaş makinası idiler. Fatih, onları kendisine benzetti. Sıcak ve soğuya açlık ve zorlu şartlara dayanaklı olan Fatih, Yeniçerilerin de bu şekilde her türlü doğa olayını ve zorlu şartlara dayanıklı olmasını sağladığı gibi her ne olursa olsun “ babalarına” itaatten ayrılmaması gerektiğini öğretti.

Yavuz Sultan Selim, 1512’de tıpkı babası II. Bayezid gibi Yeniçerilerin desteğini almak sureti ile saltanata geçti. Hatta kaynaklarda Yeniçeriler kendisine geldiği zaman ilk olarak tahtı kabul etmek istemediği sonrasında onlarla bir anlaşma yapıldığından söz edilir. Buna göre kendisine gelen Yeniçeriler, ona tahta geçmesini ve onu sultan kabul ettiklerini söylerler. Yavuz, bir an için duraksar ve onlara kendisinden bahseder. Buna göre Yavuz, kendisinin sert tabiatlı, sinirli bir adam olduğunu, saltanatı döneminde uzun seferlere gideceğini, hiçbir askerin birkaç günden fazla sırt üstü yatakta yatamayacağını ancak bunlar sabır ederseler tahtı kabul edeceğini söyler. Yeniçeriler bu şartları büyük bir şevke kabul eder ve bütün zorluklara katlanacaklarını yeterki onun tahta geçmesini isterler. Yavuz da Yeniçerilerin şartlarını kabul etmesi üzerine tahta geçer.
Yavuz, dediğini yaptı ve daha saltanatının ilk yıllarından itibaren uzun sürecek seferlerin hazırlıklarına başladı. Bu seferler doğuya İran’ın merkezi Tebriz’e kadar sürdü. 1514’de Yavuz, geceli gündüzlü, yokuşlu inişli, kurak ve yağışlı, zaman zaman kıtlık ile karşılaşıldığı ordu hastalıkların baş gösterdiği bir sefere çıktı. Ayrıca ordusunda bir takım ayrışmalar da vardı. Şah İsmail, propagandasını Yeniçeriler arasında devam ettiriyor, onları kendi tarafına çekmeye çalışıyordu. Nitekim 1514’de Çaldıran Savaşı yapıldı. Osmanlı Ordusu zafer kazandı ve Tebriz’e girildi. Ancak bu uzun yolun birde geri dönüşü olması gerekti. Nitekim de öyle oldu. Osmanlı Ordusu yine aynı şekilde menzil menzil Amasya’ya geldier. Askerler, daha 3 yıl olmasına rağmen Yavuz sultan Selim’den çabuk bıktılar. Yavuz, dediğini yapmasına rağmen Yeniçeriler kendi verdiklere söze sadık kalmadılar. Daha çok uzun seferler yapacakları için gözleri korktu. Birde işin işine divan vezir ve paşaların siyasl komplo ve kumpasları da girince 22 Şubat 1515’de Amasya’da isyan ettiler. Yeniçeriler Piri Mehmed Paşa’nın ve Yavuz’un hocası Halimi Çelebi’nin evlerine baskın yaptılar. Evleri yağmaladılar. Onların bu serkeşliğine yağmacılar da katıldı. 
Yeniçerilerin bu isyanı çok fazla sürmedi. Ertesi gün isyan sükût buldu. Ancak Yavuz, bu işin peşini bırakmadı. Sonraki on gün bu isyanın perde arkasını, kimlerin çıkartmış olabileceğini araştırdı ve hiç beklemediği bir isme ulaştı. Dukakinzade Ahmed Paşa, Dukakin, padişah damadı olmasına rağmen Veziriazamdı da. Ancak Piri Mehmed Paşa ile gizli bir rekabetin içinde idiler. Yavuz, Dukakinzade Ahmed Paşa’yı bundan sonra her seferinde sorgulamış, suçunu ikna etmesini istemiş olmasına rağmen, bunda başarılı olamadı. Diğer yandan isyanı onun çıkarttığından emin olduktan sonra öfkesine hakim olamadı ve kuşağındaki hançeri çıkartarak karşısındaki veziriazam Dudakinzade Ahmed Paşa’nın göğsüne sapladı. Paşa, ağır yaralanmış olduktan başka hemen Kapıoğlanları geldi ve Veziriazamın işini tamam ettiler. Ancak bu iş burada halledilmiş değildi. Yavuz’a göre Dukakinzade, bu isyanın sadece görünen yüzü idi. aklında deli sorularla birlikte İstanbul’a döndü. Bir müddet dinlendikten sonra Temmuz ayından itibaren Ağustos'a kadar her divan toplantısında özel olarak Amasya’daki Yeniçeri isyanını kimin çıkarttığını öğrenmeye çalıştı. Huzuruna gelen, Kazaskerlere, Paşalara, Yeniçeri Ağasına hep aynı soruyu sordu. Yeniçerilerin bu isyanı arkasında kim vardı. Ancak hiç kimse isim veremedi. Suçu hep idam edilen Dukakinzade Ahmed üzerine atıyorlar daha başka da isim vermiyorlardı. Padişah hiçbir isim verilememesine o kadar çok sinirlendi k, Haydar Çelebi Ruznamesindeki kayda göre eğer kendisine bir isim verilmezse saltanatı terk edeceğini söyledi. [Haydar Çelebi Ruznamesi, Haz. Ali Seslikaya (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi)] Huzurundaki divan üyeleri birbirlerinin yüzüne baka kaldılar. Hepsi adeta şoka girdi. Ancak yine de bir isim vermediler. Bunun üzerine Yavuz, yarın divan olmasın diyerek saltanatı terk edeceğinin ilk işaretini verdi. Gerçekten de Yavuz, artık divanlara katılmıyor. Devlet işlerini pek umursamıyordu. Hatta o kadar ki bir süre sonra şehirde asayiş sorunları baş gösterdi. Haksızlıklar arttı. Halk bu usulsüzlükten şikâyet eder oldular. Sonunda da Yeniçeri Ağaları ve divan üyeleri padişahın huzuruna çıkarak kendilerini affetmelerini istedi. Ve Yavuz’un beklediği o isimleri verdi. Buna göre Amasya’daki isyanı çıkartanlar, Yavuz’un en yakınında olan adamlardı. Hatta bir tanesi Şah İsmail’e yazılan mektuplar kale almış, devletin en yüksek rütbelisi Nişancılık yapmış ve Kazaskerlik yapmış olan Tacizade Cafer Çelebi idi. Yavuz, bu ismi duyunca çok şaşırdı. Ancak çok geçmeden Cafer Çelebi’nin neden bu işin içinde olduğu da anlaşıldı. O da Piri Mehmed Paşa ile rekabet halinde idi. Hatta divanda bir süre önce tartışmışlardı bile. 
Diğerleri de yine padişahı şaşkınlığa sevk edecek isimlerdi. İskender Paşa ve sekbanbaşı Balyemez Osman Ağa idiler. Yavuz, divana bu isimleri tek tek çağırdı. İekdnder Paşa’ya bu isyanın çıkacağını bildiği halde neden haber vermediğini ya da önlemediğini sordu. İkinci vezir İskender Paşa bu soruya cevap veremedi sessiz kaldı. Sonrasında Osman Ağa çağrıldı. Aynı soruyu ona da sordu. Bu isyanın çıkacağını bildikleri halde neden önlem alamadıklarını öğrenemedi. Üçünün de idam kararı verildi. Hatta Cafer Çelebi Yavuz’un huzuruna çıktığı zaman padişah ona “ İslam askerini itaatsizliğe ve isyana tahrik edenin cezası nedir? Diye sordu. Cafer Çelebi de “ eğer sabit olursa cezası idamdır” dedi. Bunun üzerine Yavuz, “ senin fesadın bence gerek lahikan ve gerek sabıkan sabittir. Ve kendi hakkındaki fetvayı kendin verdin” dedi. Zira Cafer Çelebi, Çandıran Savaşından dönüşüne kadar nişancı idi. Yani Devletin örfi kanunlarından sorumlu idi. Ancak Çaldıran dönüşü sırasında Anadolu Kazaskeri olarak tayin edilmişti.
İdam fetvası verilen İskender Paşa, Osman Ağa ve Cafer Çelebi siyaset meydanına çıkarıldılar. Bu sırada Yavuz da adalet kasrına geçti. Orada bir iskemleye oturdu. Demir parmaklı pencereden siyaset meydanını izliyordu. İlk olarak İskender Paşa ve Osman Ağa’nın boyunları vuruldu. Son olarak da Cafer Çelebi’nin boynu vuruldu.

cafer-celeb.jpg

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.