BİR KİTAP: BABAM MEHMET AKİF

Adnan ONAY

Emin Âkif Ersoy, babası Mehmet Âkif’le İstiklâl Harbi’nin o sıcak ortamında Anadolu’yu birlikte dolaşmış ve bu dönemle ilgili hâtıralarını kaleme almış. Bu hatıralar, Mehmet Âkif’in ölümünden on iki yıl sonra yayınlanmış.
Bu hâtıralarda Mehmet Âkif’in İstiklâl Harbi yıllarındaki faaliyeti hakkında önemli ipuçları var. Âkif’in hayatıyla ilgili kronolojik bazı ayrıntıları da metinde bulmak mümkün.
İç burkucu bir hayatın sahibi olan Emin Âkif’in biyografisini konu alan bir araştırmayla başlayan bu çalışmada İstiklâl Harbi yıllarında Mehmet Âkif ve yanında oğlu Emin’in yaşadıkları, hissettikleri ve Emin Âkif’le iki ayrı gazetede yayınlanan, babasıyla ilgili hâtıralarını dile getirdiği röportajların metinleri de yer alıyor. Söz konusu röportajlar hem Mehmet Âkif’le, hem de Emin Âkif’le ilgili önemli ayrıntılar barındırıyor. Metnin sonunda bulunan iki iktibasa da Emin Âkif’in ölümüyle ilgili bir hususa açıklık getirmesi bakımından yorumsuz olarak yer verilmiş.

Yusuf Turan Günaydın’ın gazetelerden derleyerek hazırladığı bu kitap Emin Âkif’in hayatını ve büyük oranda babasının etrafında şekillenen hatıralarının sadece yayınlanmış kısımlarını kapsamakta.

Kitapta, dikkat çeken önemli konulardan birisi Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’in öldürülmesi. Akif’in samimi dostlarından olan Ali Şükrü Bey’in öldürülmesi Akif’i derinden yaralamıştı.
Kitapta, konuyla ilgili bu bölümü aktarmak istiyorum;

YAKIN TARİHİN ACI OLAYI MEHMET AKİF'İ ÇOK ÜZMÜŞTÜ

"Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, İstanbul'dan Ankara'ya kadar muhtelif vasıtalarla geçtiğimiz her bakımdan tehlikeli yollarda babamın can yoldaşı ve yegâne arkadaşı bu zat birdenbire ortadan kayboldu. O zamanlar Trabzon mebusunun refikası hanım ve kerimeleri bize komşu denecek bir yerde oturuyorlar. Bizimkiler onlara onlar bizim eve sık sık gelip giderlerdi.

Kocasının bu beklenmedik kayboluşuna hanım efendi pek üzülüyor ve merak ediyordu: Her halde babam da bu hususta birçok şeyleri hesap ediyor ve şüpheleniyordu. Aradan iki gün, üç gün, bir hafta geçtiği halde Ali Şükrü Bey'den hiç bir malûmat alınamamış, nerede olduğu öğrenilememişti. Halbuki vaziyetler onun Ankara'dan, Meclis'ten böyle haftalarca ayrılmasına hiç müsait değildi. Bu işin içinde yani Ali Şükrü Bey'in kaybının pek mühim ve müphem bir sebebi, düşündürücü, şüphelendirici bir mânası olmalıydı. Babamı o güne kadar o derece mahzun, kederli gördüğüm pek nadirdir. Gözlerinde gizlemeğe çalıştığı yaşlar garip bir şekilde parlıyor. Sesi âzap duyan bir heyecanın titrek nâğmelerini fısıldıyordu:

‘Ben ona söylemiştim! Bu adama itimat etme. Ondan kendini sakın ve koru demiştim. Demek ki Allah bana bunları söyletmiş yüreğimde bir hissikablelvuku Ali Şükrü'ye Topal Osman'dan gelecek felâketi bana ilham etmiş, ben de bunu kendisine ifade etmeye uğraşmıştım. Ne yazık ki onu ikna edemedim. Mert çocuk, hemşerilikten, mertlikten, saflıktan bahsediyor, Topal Osman'a güveniyordu. Çok yazık oldu.’

Pek sevdiği arkadaşının esrarengizce öldürülüşü onu çok derinden yaralamış. Meclisten soğutmuştu. Korkmuştu diyemeyeceğim babamı çok iyi tanıdım. Hiç bir zaman korkak değildi. Korkunun ihtirazın, tedbirin, mukadderatın önüne geçmeyeceğine öyle kuvvetli bir kanaati vardı ki; daima mütevekkil her zaman Allah'a güvenir ondan gelecek her şeye boyun büker ve sinesine çekerdi...

Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey'i, memleketlisi, Kuvayi Milliye'nin ilk günlerinde Karadeniz sahillerinde, Trabzon, Samsun ve havalisinde Rum çetelerine, hattâ Ermenilere karşı büyük muvaffakiyetler kazanan, Türk köylerini, kazalarını ve kasabalarını yakıp yıkan vatandaşlarımıza hatır ve hayale gelmeyen işkenceler yapan yerli düşmanları dağıtan, Düvel-i Müttefike'den muavenet görerek gayriinsanî katliâmlara girişen Hıristiyan çetelerini bastıran, sindiren çete reisi Topal Osman haddizatında cahil, lâkin muktedir ve cesur, bir reis ve vatana bu hususta birçok yararlıklar göstermiş bir kahramandır. İşte Trabzon, mebusu Ali Şükrü Bey, Topal Osman'ın hürmetkârı, aynı zamanda hemşerisi olmak hasebiyle onunla iftihar ettiği Şükrü Bey bu hunhar çetebaşının kurbanı olmuş, Ankara civarındaki Çubuk Ovası'nda Osman'ın avenesi tarafından kahve içerken boynuna sardırılan kementle boğdurulmuştu. Zavallıyı Ankara açıklarında böyle ıssız bir yere davet etmişler onu gafil avlayarak boğmuşlardı.

Cesedini, paltosu ve elbisesiyle pek derin kazılmayan bir çukura atmışlar; bir iki gün sonra yağan şiddetli yağmurlar toprağı sürüklemiş, ceset meydana çıkmış, hâdise de anlaşılmıştı.

Ali Şükrü Beyin sıkı sıkı kapadığı avuçları acılınca, boğulmamak için sarf ettiği gayret ve mukabele esnasında kendisini müdafaa için kullandığı hasır bir iskemlenin hasırları çıkmış. Ankara'da kendisine bütün şehrin iştirak ettiği muazzam bir cenaze merasimi yapılmış, bir top arabasına yerleştirilen tabutunu ay yıldızlı bayrağımız sarmalamıştı. " (S.68)

Umarım, bu kitap Akif’i oğlunun hatıralarından okumak isteyenlerin ilgisini çeker..

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.