Konya’da “kendini teşhir eden çıplakları muayene etmiyorum” diyen meslektaşımız, Mavi Marmara gemisine saldıran ve yaralanan İsrail askerlerini tedavi etmiş.
“Biz Müslümanız, böyle yapmamız gerekirdi” diyor. Doğru diyor; Müslüman olarak da hekim olarak da böyle davranmak gerekiyor(du). Yani meslektaşımızın gemideki davranışı doğru, hastanedeki davranışı hatalıdır. Bazıları gemideki bu davranışını eleştiriyor. Hayır, onun hatalı olan davranışı 2020’daki bu davranışı değil, 2025’teki son davranışıdır. Bunu olayı duyduğum ilk gün yazmıştım zaten.
Üstelik Dr. bey gemide resmi olarak görevli değildi. Tedavi ettiği kişi de kamu hastanesine gelen bir vatandaş/hasta değildi; gemiye saldırı amacıyla gelen bir İsrail askeriydi. Yani asıl orada muayene ve tedavi mecburiyeti yoktu (yasal olarak), ama o, zaten müdahale ederek etik ve vicdani olarak da bir kusur işlememiş oldu. Bu son olayda ise yasal olarak görevli bir hekimdir ve hasta da randevu alarak gelen bir vatandaştır. Ve hasta reddi için de herhangi bir haklı gerekçesi yoktur.
Sosyal medyada “hasta odaya direkt olarak kamerasını açarak içeri girdi, art niyetliydi, doktora bir komplo kuracaktı, eğer muayene etseydi taciz iddiasında bulunacaktı, şahitlerini de getirmişti vs.” gibi savunmalar görüyorum.
[Dosyanın tüm içeriğine vakıf olmadığım için kısmi bir ihtiyat payı bırakıyorum ama] ben bu yorumları tutarlı bulmuyorum. Bulmuyorum, çünkü:
Amacı komplo olan bir hasta/kişi odaya kamerası açık şekilde girmez, kamerayı içeride ve gizlice açar.
Hastanın yanında annesi vardı ve annenin böyle bir –yalancı– şahitlik yapacak söylemi yoktu; olay büyümesin diye “bir an önce gidelim” arzusundaydı.
En önemlisi, Dr. Bey’in muayene etmeme gerekçesi “kendini teşhir eden çıplakları muayene etmiyorum” şeklindeydi. Evet, kameradan da bahsediyor ve “kamerayı bu şekilde kullanamazsınız” diyordu ama “neden odaya açık kamera ile girdin, amacın ne?” şeklinde bir beyanı yoktu.
Bu bulgular, hastanın telefon kamerasını tartışma çıkınca [Dr. muayene etmeyeceğini açıklayınca] açtığını gösteriyor.
Benim –bize yansıyan bulgular üzerinden– vardığım kanaatim ve olay hakkındaki düşüncelerim şimdilik böyledir. Anlaşılan o ki biz bu olayı, aslında bu olay vesilesiyle kadın giyimini ve kamusal alan tartışmalarını, daha çok konuşacağız. Ama keşke bunu “çarşaf-peçe” – “şort-bikini” kıskacına girmeden, olması gerektiği gibi yapabilsek. Ne yazık ki, bunu başarabileceğimizi pek sanmıyorum. Çünkü kadın giyiminin dini, kültürel, sosyolojik, politik ve ideolojik boyutu var; ülkemizde kadın bedeni ve kamusal kıyafet tartışmaları neredeyse her zaman bu semboller üzerinden yürütülüyor. Üstelik bunun bir de sosyo-psikolojik arka planı bulunmakta: şapka devriminden türban yasaklarına uzanan, yaşam tarzına ve dine müdahale çağrışımları yapan, toplumsal hafızada derin izler bırakmış travmatik bir arka plan.