Tevhid, kayıtsız şartsız Alllah’ı benzersiz olarak yaratan kabul etmektir. Tevhidin zıddı ise şirktir.
Şirk, tevhidin karşıtıdır. Buda çok ilahlılıktır. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de ilâhlar vardır. Bu ilahlar ister şahıs, ister evlat, ister eş olduğu gibi, ister hükmi şahıs, isterse insanlar eliyle yontulmuş olanlar olsun fark etmez, bunlar tapınılacak derece de kutsanırsa Allah’a eş koşulmuş olunur ve buda şirk olur. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de pek çok insan gerek Müslüman ve gerekse diğer dinlere mensup olanların çoğunluğu Allah’a ortak koşmadan, O’nu birlemeden yalnız Allah’ın varlığına ve birliğine inanmazlar. Dünya hayatlarını dünya işleri ile yaşarken, bu işlerini kendilerine ilah edinirler ve onlarla birlikte Allah’a inanırlar.
Kur’an ayetleri bir işarettir. ”Ayet”, bir şeyin varlığını gösteren işaretlerdir. Bu bağlamda, insanın kendisi bir âyettir, yaratılışı bir âyettir. Hadisler bizzat âyettir, Rasûlüllah(S.A.V)’ın yaşantısı ayrıca bir âyettir.
Bu âyetlerin sözlü olanları bulunduğu gibi, fiîli olanları yani amele dökülenleri de vardır.
Peygamberler aracılığı ile insanlara gönderilen kutsal kitaplar (Tevrat, Zebur, İncil) ve son olarak indirilen ilahî kitap Kur’ân-ı Kerim, Allah’ın varlığını, birliğini, tekliğini, eşsizliğini, tek yaratıcılığını, sadece O'ndan yardım istenilebileceğini bizlere haber veren sözlü âyetlerle doludur.
Bütün genişliği ve büyüklüğü ile kâinat (tabiat ve felekler) ise baştan başa yine Allah’ın varlığını, birliğini, eşsizliğini, tek yaratıcı olmasını, kudret ve kuvvet sahibi olmasını, O’nun azametini tüm yaratıkları kapsamasını ve onlardan daha büyük olmasını gösteren fiilî âyetlerle dolu bir sergidir dünyamız ve felekeler.
Gözle görülemeyecek kadar küçük bir nutfeden eksiksiz ve tam olarak şu insanın yaratılması, denizlerdeki suyu buharlaştırarak toprağa gerisin geriye su olarak indiren tabiat kanunları, akla ve hayale gelemeyecek kadar çeşitli renk ve vasıftaki hayvanlar, kuşlar, sürünen ve uçanlar, suyun içerisinde canlı kalan balıklar ve bitkiler hep Allah’ın birliğinin, bütün bunların bir tek Yaratıcı tarafından yaratıldığının, düzenlenip yönetildiğinin açık bir delilidir, işaretleridir.
Bunların hepsi tam ve eksiksiz olarak yaratılan düşünme ve anlama kabiliyeti olan insanın dikkat nazarlarına sunulmuştur. İnsanoğlu ilmî, fikrî ve amelî hayatında bu olaylarla daima iç içedir. Bunları düşünüp, bunlara hâkim olan ilâhî kanunları keşfederek Yaratanını tanıması gerekirken, tam aksine bunları gereği gibi tefekkürden (düşünceden) yüz çevirir; lazım olan dersi ve ibreti alamaz.
Neticede Allah Teâlâ’ya, O’nun istediği ve razı olduğu şekilde iman edemez. Hem şirk koşacak hem de Allah’ın varlığına iman edecek o zaman bu olamaz. Böyle davranan birisi imanına şirk karıştırmış olur.
Halbuki kişinin iman ve hidâyeti bu hayatta en ciddi bir konudur. Bu noktada meydana gelecek en küçük bir ihmal ve yanlışlık, insanın ebedi hayatını felakete sürükler.
Dolayısıyla Allah’ın azabı inmeden ve son nefesi verip mahşerde hesap vermek üzere ilahî huzura çıkarılmadan önce, Allah’a nasıl iman ve kulluk etmek gerekiyorsa öylece iman ve kulluk etme zarureti vardır.
Bunun içinde fıtratımıza (yaratılış amacımıza) ilâhî bir cevher olarak yerleştirmiş bulunan “basîret”imizi harekete geçirmek yeterli olacaktır.
Günümüz Firavunları (Netenyahu gibiler), kendilerini yeryüzünde Allah’ın temsilcileri olarak görüp, katliamlar ve soykırımlar yapabilmektedir. Bunlarıda kendileri için Allah'ın emri olarak görmekte ve dünyayı sadece kendilerinin yöneteceğini, dinlerinin bunu emrettiğini düşünmektedirler. Bazı Müslümanlarda aynı görüşe sahiplerdir.
Bazı Müslümanlar da bunlarla hareket edip imanlarına şüphe düşürmektedirler