İçinde yaşadığımız çağda herşey her gün yeniden değişmektedir. Eski çağlarda iki asırda olan olaylar bu çağın ilk çeyreğinde meydana gelmeye başladı ve herşey heran hızlı bir şekilde değişmektedir. Artık "Değişim de değişti" dediğimiz bir çağdayız. İşte bu çağda kalp, ruh ve sezgi/ilham ihmal edildi, hatta yok sayıldı. Herşey akla indirgendi. Akıl merkeze konuldu. Akıl ve kalp arasındaki denge bozuldu. Kalbin hissettiğini Akıl tasvip etmedi. Akıl artık gördüğünün ve işittiğinin peşinden koşmaya başladı. Göze hoş gelen kulağa tatlı gelen maddi şeyler kutsanmaya başlandı.
Bütün bunlar Batı Medeniyetinin insanlığa sunmuş olduğu ya da zorla dayattığı bir medeniyet felsefesinden kaynaklanmaktadır. İçinde yaşadığımız çağ Batılıların kurmuş olduğu bir çağdır. Bütün bir insanlık Batı Medeniyetinin kavramları ve değerleriyle hareket etmektedir. Bu çağın ilk çeyreğiyle beraber Batı Medeniyeti bir ahtapot gibi Bütün Dünyayı etkisi altına almaya başladı. İnsanlık dışarıdan dayatılan bir baskıyla kendi benliğinden uzaklaşmaktadır.
Aldous Huxley (1984'te) bu durum için cesur yeni dünya ifadesini kullanmıştı. Huxley; insanların acı verilerek kontrol edildiğini, 'Cesur Yeni Dünya'da ise zevk verilerek kontrol altına alındığı ifade etmişti. Bir zamanlar savaşlarla, ekonomik krizler vs. ile kontrol altına alınan insan artık sonsuz zevk,haz ve ihtiraslarla ölümüne eğlendirmenin eşiğine getirilerek farklı bir şekilde kontrol altında tutuldu.
Gösteri çağındayız. Sözcüklerle,kelimelerle, cümlelerle değil; görsellerle yaşıyoruz.Sözün düşüşü ya da tekniğin yükselişi, Alfabenin düşüşü ya da Medya çağının yükselişi diyebiliriz.
Bu değişim geriye doğru dönülmesi imkansız bir baş döndürücü ile politika, din,eğitim ve kamusal işleri meydana getiren herşeyinde içeriğini değiştirmek, televizyon ve teknik çağına yeniden kurgulanmak zorundadır. Bütün bu değişimlerle beraber toplumların kültürleri bile her iletişim ortamıyla beraber baştan yaratılıyor.
İslam Medeniyeti çağlar boyunca sürüp giden, icat eden ve bunu hiçbir zaman aşırıya götürerek kökünden koparmayan bir medeniyettir. Bu medeniyet konuşmayı ve propagandayı sevmezdi. Fakat becerikliydi, üstündü, ahlaklıydı, sağlam ve şahsiyetliydi. Üç kıtaya hatta bütün insanlığa nefes olmuştu. Çünkü asırlarca akıl, kalp ve ruh arasındaki dengeyi korumuştu. İslam medeniyeti akla önem verip kalp ve ruhu ihmal etmemişti. İmam Gazaliyle beraber bu üç sütun İslam medeniyetinin temelini oluşturuyordu.
Haz, hız ve slogan çağındayız.
Bize "Barbar, vahşi" diyerek söven dünkü vahşilerimizi biz sadece alkışlamakla kalmıyor, aynı zamanda sloganlarını alarak millet, medeniyet ve ümmetimiz aleyhinde kullanıyoruz.
Batı Medeniyetinin gayesi sonsuz bir iştahla insanın sadece bu dünyadaki mutluluğunu aramaktır. İnsanı mutlu edecek şey nedir? sorusuna cevapları değişse bile zevktir,içgüdülerin tatminidir, ferdi ve sosyal faydadaki bencilliktir.
Sonsuzluk gayesi olmadığı için an'ı yaşamaktır. Çünkü bu medeniyet madde üzerine kuruludur. Düşünce, sezgi/ilhama dayana bütün ruhi melekeler, Auguste Comte'nin pozitivizmi adeta bir din haline getirmesiyle beraber terk edilmiş, bununla beraber "Aklın İmparatorluğu" çağı da teknik çağa paralel bir şekilde başlamıştır. İnsanın anlık mutluluğu için ulaşmaya çalıştığı bütün haz ve zevkler mübah olmaktan çıkmıştır.
Hedonizm çağındayız. İnsan; haz, hız ve zevklerinin kölesi olmuş durumda. Bilginin ve anlamın epistemolojik mahiyeti değişti. Kainatın merkezindeki İnsan anlamını yitirdi. Aklı başında bir insanlık, hayatın günbatımında kaybolan bir gölge gibi anlamını ve varlığını yitirmektedir. Rousseau, İnsan için "Heyecan duymadan kahveye bile girme" diyordu. İnsan tabiata ve gerçek yaratıcıya karşı manevi ve ruhi heyecanını kaybetmiş durumda.
Andre Gide "Kendi hakikatinin başkaları tarafından bulunabileceğine inanmayasın" derken hakikatin ve mutluluğun ancak insanın kendi kalbinin engin köşelerinde ve ancak kendisi tarafından keşfedilebilecegini söylüyordu.
Batı medeniyeti teknik olarak yıldızlara kadar ulaşsa da kaybolup giden benliğine karşı kayıtsız kalmış durumdadır.
Medeniyet yükseldikçe! İnsanlığın ruhu alçalmaktadır. İnsan, ruhuyla yaşar. Medeniyetlere ruh veren ,can veren, sonsuzluktan ilham alan, yüce yaratıcının ruhundan beslenen insanın ruhudur. İşte o ruh kaybolduğu zaman insanoğlu kendi benliğini/egosunu tanrılaştırmıştır. Nietzsche "Batı, Tanrıyı öldürdü" derken tam olarak bunu demek istiyordu.
Hakikate sadece beden ve bilgiyle değil, varlığın bütünü, beden ve ruh birliği ile gidilebilir.
İnanca dayanmayan, sadece bilime dayanan bütün maddi oluşum ve hareketler noksan ve aldatıcıdır.
İnsan, hakikate ulaşmak istiyorsa hakikatin ıstırabını ruhunda hissetmelidir. Sozsuz mutluluğa ulaşmak için anın verdiği haz ve zevklerin peşinden değil, ebedi bir saadeti vaad eden gerçek bir dünyanın peşinden koşmalıdır.