İkballerimiz istiklallerimizi esir aldı

Ahmet Şükrü KILIÇ

Gani Müjde’nin “Osmanlı Cumhuriyeti” filmindeki o meşhur diyalogları hatırladınız mı? Ben, Osmanlı yerine “Devlet” kelimesini koyarak yeniden okudum. Çünkü bu topraklarda yaşananların, bir komedi senaryosunun çok ötesinde, gerçek bir kader tartışması olduğunu artık gizlemenin anlamı yok. Ata Demirer’in başrolüyle beklenen ilgiyi görmeyen o film, aslında bugün içinde debelendiğimiz krizin sinemasal bir kopyası. Ülkeyi işgal kuvvetlerinden kurtarma motivasyonunu bir aşk hikayesinin basitliğine indirgese de, filmin altını çizdiği hakikat bugünden bakınca ürkütücü; bu halk, esareti reddedecek kadar cesur ama çoğu zaman kendi içindeki bölünmüşlüğün esiri.

Bir filmi izler gibi yaşamıyoruz bugünleri. Filmin başındaki o altın saçlı çocuk gibi her sahnede bir cümle fısıldıyoruz kendi kendimize; “Geldikleri gibi giderler.” Oysa başka bir gerçek var; gittikleri söylenenler hiç gitmediler, biz sadece kendimizi böyle avutmayı seçtik. Çünkü ikballerimiz istiklalimizin önüne geçti. Makamlar, pozisyonlar, aidiyetler, havalı cümleler, fotoğraflar, imzalar… Hepimiz farkında olmadan zincirin bir halkasına dönüştük. Siyasi kampların, dini cemaatlerin, ideolojik kabilelerin içinde birbirimizi boğarken zincirlerimiz daha da dolandı.

Bu ülkenin bağımsızlığını isteyene de rastlarsın, emperyalizme gönüllü kapı aralayana da. Bu ülke için canını verecek kadar yiğit insanlar var ama aynı ülkenin menfaatlerini yabancı başkentlerde pazarlık konusu yapacak kadar kifayetsiz olanlar da var. Sorun, bu karşıtlık değil. Asıl sorun, hangi kavramın altında birleşeceğimizi bilmemek. Özgürlük, adalet, hukuk, bağımsızlık… Bunlar konuşulduğunda bile kavga sebebi oluyorsa demek ki kavramlarımızı değil, nefislerimizi savunuyoruz.

Birimiz sokak tecrübesinin gururuyla konuşuyor, birimiz devlet koridorlarının kudretiyle. Birimiz örgüt disiplinine güveniyor, birimiz diplomasi oyunlarına. Fakat tüm bu birikimlerin toplamı sadece bize karşı kullanılıyor. NATO’nun “Böl, parçala, yut” stratejisi bir süre sonra devlet politikası olmaktan çıkıp bizim gündelik ruh halimize dönüştü. Aynı düşüncenin mensupları bile birbirini parçalarken, emperyalizmin kapıyı çalmasına gerek kalmadı; içimizdeki ayrılık yetiyor.

Bir zamanlar “Tam bağımsız Türkiye” diye bağıran diller, bugün aynı tam bağımsızlığın altına imza atmaktan kaçıyor. Bir zamanlar “Birleşmiş Milletler terör örgütüdür” diye duvarlara yazılar yazan eller, bugün aynı örgütün kararlarına tutunarak nefes alabiliyor. “6. filoya karşı çıkanlar” bugün hangi filoların önünde selam durduklarını kendilerine sorabiliyor mu? Kaç Amerikan güdümlü NATO üssü olduğunu bilen var mı mesela? En son ne zaman sokaklarda bağımsızlık sloganı duyduk?

Filmi kendi mecrasında bırakıyorum, bir suçlama peşinde değilim, seyircisini sorgulayalım ama. Çünkü sahne şu; Türkiye’nin istiklalini kaybetmesinin sebebi dışarıdakiler değil, içeridekilerin ikballeridir.

Eğer gerçekten “Geldikleri gibi gitsinler” diyorsak, önce içimizdeki işgalden kurtulmamız gerekiyor. Birbirimizin boğazına sarılarak değil, birbirimizi anlayarak. Kendi içimizdeki bağımlılık, teslimiyet ve hırs zincirlerini kırmadan emperyalizme karşı verilecek hiçbir savaş kazanılamaz.

Bugün sorulacak soru nettir; ikballerimizi mi seçeceğiz, istiklalimizi mi?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.