Günümüzde bir mesele gündeme geldiğinde, o konuyu anlamaya çalışmak yerine onu bir "sıçrama tahtası" olarak kullanmak genel bir refleks haline geldi. Ahmet Şükrü Kılıç, son yazısında bu toplumsal alışkanlığın düşünce dünyamızı nasıl çoraklaştırdığını çarpıcı bir dille özetliyor. Kılıç’a göre; meselelerin kendisi değil, o mesele üzerinden alınan pozisyonlar ön plana çıkıyor.
Hakikat Geri Çekiliyor, Gürültü Öne Çıkıyor
Kılıç, toplum olarak en büyük eksiğimizin "dinlemek" ve "anlamak" olduğunu vurguluyor. Yazıda öne çıkan en kritik tespitlerden biri, konuşulan konu ile konuşan kişi arasındaki mesafenin açılmasıyla hakikatin kaybolması. Yazara göre, sahne kalabalık olsa da ortada ilerleyen bir hikaye yok; sadece herkesin kendi ezberini tekrar ettiği bir uğultu var.
"Biz meseleyi tartışmayız, mesele üzerinden pozisyon alırız. Fikir yürütmeyiz, saf tutarız. Soru sormayız, niyet okuruz."
"Ben Ne Çıkarırım?" Refleksi
Toplumun bir yanlışı tartışırken bile "doğruyu bulma" kaygısı gütmediğini belirten Kılıç, tartışmaların bir "savunma refleksine" dönüştüğünü ifade ediyor. Bir yanlışı düzeltmek yerine, o yanlış üzerinden karşı tarafı mahkûm etme çabası, tartışma ahlakını yok ediyor. Bu durum ise düşünceyi değil, sadece körü körüne sadakati besliyor.
Düşünmek İçin Susmak Gerekiyor
Düşünmenin aslında bir "geri çekilme" ve "susma" eylemi olduğunu hatırlatan yazar, Türk toplumunda bu geri duruşun bir zayıflık olarak algılandığını savunuyor. Herkesin bir adım öne çıkıp kendi cümlesini bağırdığı bir ortamda, ortak bir toplumsal hafıza inşa etmenin imkansızlığına değiniyor.
Çözüm: Kendimizi Merkeze Koymaktan Vazgeçmek
Yazının sonunda çözüm önerisini de sunan Ahmet Şükrü Kılıç, gerçek bir iletişimin ancak kişinin kendisini meselenin merkezinden çekmesiyle mümkün olacağını belirtiyor. Kendi gündemimizi askıya almadan başkasının ne dediğini anlamanın imkansız olduğunu vurgulayan yazar, şu uyarıyla bitiriyor:
"Çok konuşuyoruz ama az düşünüyoruz. İlk yapmamız gereken, gündemi değil, bu konuşma alışkanlığımızı tartışmaktır."