Umursamanın ahlâkı

Ahmet Şükrü KILIÇ

Bir tanıdığım bir gün, yarı alaycı yarı yorgun bir sesle, “Gündeme taşıdığın yolsuzluklar kimsenin umurunda değil” demişti. Bu cümle bir tespitten çok bir vazgeçiş hâliydi. İçinde düşüncenin değil, alışkanlığın tortusu vardı. Yolsuzluğun sıradanlaştığı, hatta süreklilik kazandığı bir çağda, insanların şaşırma yetisini kaybetmesi neredeyse makul görülüyordu. Şaşırmayan insan sorgulamazdı. Sorgulamayan insan da kötülüğü kader gibi kabullenirdi. O cümle, bana değil, içinde yaşadığımız ahlâk iklimine aitti.

Ben de hiç tereddüt etmeden ama uzun süredir içimde biriken bir yerden cevap verdim; “Allah’ın ayetlerini umursadığımda insanlar da umursayacak, sorun bende kardeş.”

Bu bir meydan okuma değildi. Bir özeleştiriydi. Ayetlerin bilgi düzeyinde bilindiği ama hayat düzeyinde ertelendiği bir dünyada yaşıyoruz. Ayet, dilde dolaşan ama hayata inmeyen bir kavrama dönüştüğünde, ahlâk da soyut bir süs eşyasına benziyor. İnanç var ama istikamet yok. Bilgi var ama şahitlik yok. İşte bu kopuş, modern dindarlığın en sessiz ama en derin krizidir.

Ama bu cümlenin bir de karşı denklemi var. Belki de şu soruyu sormak gerekiyor; insanlar ayetleri ne kadar umursuyor ki, benim gündeme taşıdığım yolsuzlukları umursasın? Ayetler hayatın merkezinde değilse, adalet çağrısı neden merkezde olsun? Vicdan, seçici bir refleks hâline gelmişse, hangi kötülüğün konuşulacağına da aidiyetler karar verir. Bu noktada mesele, yolsuzluğun kendisi olmaktan çıkar; yolsuzluğun kime ait olduğu belirleyici olur.

Eğer ben, aidiyet duyulan yapılardaki yolsuzlukları değil de “Karşı mahalle”deki yolsuzlukları gündeme taşımış olsaydım, tablo değişir miydi? Muhtemelen evet. O zaman umursanan şey yolsuzluk olmazdı; karşı tarafın kirini deşifre etmenin verdiği gizli haz olurdu. Bu, adalet talebi değil, ahlâkî bir rövanş duygusudur. Yolsuzluk, bir ilke meselesi olarak değil; bir silah olarak kullanılır. Böyle bir zeminde hakikat konuşulmaz, sadece cepheler tahkim edilir.

Burada karşımıza çıkan şey, “Mahallî ahlâk” dediğimiz çarpık bir anlayıştır. Ahlâk, evrensel bir ilke olmaktan çıkarılıp mahalle sınırları içine hapsedildiğinde, kötülük de kimlik kazanır. Bizden olanın hatası “Zaaf”, ötekinden olanınki “İhanet” sayılır. Böylece vicdan, objektif bir ölçü olmaktan çıkar; aidiyetin hizmetkârı hâline gelir. Bu durum, yolsuzluğu meşrulaştırmaz belki ama onu tolere edilebilir kılar. Tolerans ise kötülüğün en konforlu alanıdır.

Oysa daha önce de söylediğim gibi “Yolsuzluk yolsuzluktur.” Failin kimliğiyle, durduğu yerle, savunduğu sloganlarla değişmez. Yolsuzluğun rengi yoktur ama maskesi çoktur. Bugün bizi asıl çürüten şey, yolsuzluğun varlığı değil; ona karşı geliştirdiğimiz seçici öfkedir. Seçici öfke, adalet üretmez; sadece taraf üretir. Taraflar çoğaldıkça hakikat yalnızlaşır.

Belki de bu yüzden, “Kimsenin umurunda değil” cümlesi aslında şunu söylüyordu; insanlar adaleti değil, kendi taraflarının ayakta kalmasını umursuyor. Umursamak bedel gerektirir. Aidiyetle kavga etmeyi, konforu bozmayı, yalnız kalmayı göze almayı ister. Bugünün insanı ise ahlâkını bedelsiz yaşamak istiyor. Bu da bizi, “Etik amortisman” dediğimiz bir noktaya sürüklüyor. Vicdan, yavaş yavaş aşınıyor; sesini kaybediyor.

Benim verdiğim cevap, hem bir itiraf hem de bir arayıştı. Ayetleri gerçekten umursayan bir hayat kurulmadan, adalet çağrısının karşılık bulması zor. Ama aynı zamanda şunu da kabul etmek gerekiyor; ayetleri umursamayan bir toplumdan, yolsuzluk hassasiyeti de beklenemez. Bu iki mesele birbirinden kopuk değil; aynı ahlâk krizinin farklı tezahürleri.

Bugün konuşmamız gereken şey, kimin yolsuz olduğu değil; neden yolsuzluğa bu kadar kolay alıştığımızdır. Ayetleri hayatın merkezine koymadığımız sürece, adalet hep karşı mahalleden beklenen bir erdem olarak kalacak. Oysa adalet, önce insanın kendi tarafına tuttuğu bir saydamlık görüntüsüdür. O aynaya bakmak, çoğu zaman yolsuzluğu teşhir etmekten çok daha zordur.

Bizim, “Kızım Fatıma da olsa” uyarısında bulunan bir Peygamberimiz var!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.