Her çağın en büyük eksiklerinden biri, öğüt dinleyen insanın yokluğudur. Bugün size bir soru sorulsa: “Öğüdü tutan ilk kişi sen olmak ister misin?” ne cevap verirdiniz?
İkindi Çayı adlı bir radyo tiyatrosu dinlemiştim. Bu eserde tüketim toplumu, reklamcılık, ahlak konusunu eleştirel bir bakış açısıyla ele alır. İlaç firmalarının aslında hastalıkların tedavisini öncelemediği, bunun yerine ilaç sektörünün ticari bir gelir kaynağı olduğunu hazırladıkları reklamlar aracılığıyla anlatmak ister. Reklamlar korku psikolojisine dayandırılır; aslında hasta olmayan insanları korkutmak suretiyle ilaçların satılması amaçlanır.
Örnek vermek gerekirse “Böbreğinizi unutmayın” sloganıyla hasta olmayan insanlar “Böbreğimi unutmayayım” diyerek ilaçları satın almaları sağlanır. Yazımızın başlığına ilham veren durum ise şudur: Reklam sloganları hazırlaması istenilen genç bir adam ile bilgi ve tecrübe sahibi arasında geçen, insanların geçmişten günümüze karakterlerinin nasıl olduğunu da bir bakıma yansıtan sözler. Bu söz aynen şöyledir: “Verilen bir nasihati/öğüdü tutmuş olan ilk insan siz olmak ister misiniz?”
Evet, nasihat tecrübeli olandan tecrübesini almaktır. Nasihat, bilinmeyen, tereddüt içinde olunan durumlardan bilgili kişiler vasıtasıyla kurtulma yoludur. Bahsettiğimiz eserde olduğu gibi nasihati ne dinleyen var ne öğüt alıp gerekeni yapan var. Dinlermiş gibi yapıp yine bildiğini yapanlar var. Nasihat artık uygulama alanı olmayan, yani uygulanmayan, sadece sözlerde kalmış bir durum.
Nasihat İslam’da çok önemli bir yeri olan bir konudur. Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette nasihatler ardı ardına sıralanır ve ayetlerin sonunda şu ifadeler yer alır:
“Umulur ki öğüt alırsınız.” (Nahl, 16/90))
“Hâlâ düşünmeyecek misiniz?” (Sâffât, 37/155)
“Akletmeyecek misiniz?” (Bakara, 2/44)
Bununla beraber akıllı insan öğüt alır, dinler, her işi danışır, istişare eder, sonunda işi yapar, Allah’a tevekkül eder. Öğüt aklı selim olan kişiler için ancak fayda verir. Nitekim şu ayetlerde bu gerçek açıkça belirtilmiştir:
“Öğüt vermen şayet fayda verecekse öğüt ver.” (A‘lâ, 87/9)
“Öğüt ver; çünkü öğüt vermek müminlere fayda verir.” (Zâriyât, 51/55)
Nasihat verenler var da nasihat alanlar yok. Herkes nasihat verme konumunda! Eserde ironisi yapılan durum yine günümüzdeki durumdan daha iyi. Birileri öğüt dinliyor ama tutmuyor. Bu öğüdü en azından sen tut; bu öğüdü tutan ilk kişi sen ol. En azından birileri dinliyordu eskiden, şimdi herkes konuşuyor, akıl veriyor. Hiç kimse haddini bilmiyor. Öğüdü dinlese de bunu yerine getirmiyor. Tecrübeyi tecrübe etmeye çalışıyor. “Hatayı bir de ben tadayım” diyor adeta.
Velhasıl-ı kelam; öğüt vermekten çok, bilmediğimiz konularda öğüt almalıyız. Bu da yetmez; öğüdü tutmalı ve gerektiği gibi amel etmeliyiz. Akletmeli, istişare etmeli, tefekkür etmeli ve iyi bir mümin olmalıyız.