Küçük Şeylerden Ödün Vermeyen Büyük Gayelere Erişemez

Hani, “Ey Musa! Biz bir çeşit yemeğe asla katlanamayız. O halde, bizim için rabbine yalvar da, o bize yerden biten sebze, kabak, sarımsak, mercimek, soğan versin” demiştiniz. O da size, “iyi olanı düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise inin şehre! İstedikleriniz orada var” demişti. Böylece zillet ve yoksulluk onları kapladı. Onlar, Allah’ın gazabına uğradılar. Bunun sebebi, onların; Allah’ın ayetlerini inkâr ediyor ve peygamberleri de haksız yere öldürüyor olmaları idi. Bütün bunların sebebi ise, isyan etmeleri ve aşırı gitmeleri idi.

Bakara Sûresi 61

Peki Bizim Sabredemediğimiz Neler Var?

İsrailoğulları esaretten özgürlüğe adım attılar. Allah Teâlâ onlara onca nimet verdi; düşmanlarını gözlerinin önünde denizde boğdu. Onları suyun içinden geçirdi. Onlara gökten şemsiye olması için bir bulut gönderdi. Onlara hazır yemek gönderdi. Bıldırcın ve kudret helvası verdi. Ama onlar daha birkaç bile olmamışken ve o kadar mucizeye rağmen tek çeşit yemeğe dayanamıyoruz, dediler. Zilletten azizliğe, meskenetten memlekete, kölelikten özgürlüğe kavuşmuşlardı. Ama onların derdi farklı idi: Soğan nerede? Sarımsak nerede? Mercimek nerede?

Onlar soğan ve sarımsağı özgürlüğe tercih etmeye başladılar. Daha düne kadar açlıktan nefesleri kokuyordu. Bugün ise gökten rızıkları indiği halde nankörlük etmeye başlamışlardı. Onlar özgürlük için bedel ödemek istemiyorlardı. Geçiş sürecinde sabırlı olmuyor ve bir an önce türlü nimetler elde etmek istiyorlardı.

Basit düşünen insanlar, küçük hedeflere odaklanır. Küçük bir dünyası ve küçük bir menüsü vardır. Bu nedenle bunlar basit talepleri, büyük hedeflerin önüne alırlar. Bunlar “edna” olanı, düşük olanı, değersiz olanı, küçük hedefleri; “a’la” olana, yüce olana, değerli olana ve büyük gayelere tercih ederler. Nankörlük ve kanaatsizlik suç işlemeye ve günaha götürür. Allah’ın nimetlerini inkâr etmek, cinayet işlemeye kadar götürür. Takdire razı olmayan, tekdir ile uslanır.

Bizler de nimetler konusunda nasılız acaba? Mümin olmanın ve Müslümanca yaşamanın bir bedeli olmalı değil miydi? Herkesin gayrimeşru kazanç sağladığı ve işini büyüttüğü bir dünyada bazı şeylerden mahrum kalmak gerekmeyecek miydi?

Allah Teâlâ bazen açlıkla, bazen kıtlıkla ve bazen ekonomik krizlerle imtihan eder. İmtihan edilince sabrediyor muyuz? Aynı yemeği yemeye, aynı elbiseleri giymeye, aynı şeyleri yapmaya? Yoksa bizler de mi dayanamıyoruz? Gayrimeşru kazançların peşine mi düştük? Helal ama az olanla yetinmek yerine; haram ve çok olana mı tamah ettik?

Helal ve az olanla kanaat edebiliyor muyuz? Yoksa yıllardır oturduğumuz eski ama helalinden olan evi bırakıp faizli kredi ile yeni ama haram kazançla elde edilmiş eve mi geçmeye çalışıyoruz? Aynı koltuklara, aynı perdelere, aynı elbiselere, aynı yiyeceklere dayanamaz mı olduk? Kredi kartlarının esiri mi olduk? Borcu borç ile kapatır mı olduk? Sahi Allah’ın bize gönderdiği nice bıldırcın etlerini ve kudret helvalarını bir kenara atıp da isyan mı ettik?

Allah Teâlâ bizleri nimetlere şükreden ve kanaat eden kullarından eylesin!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.