Prof. Dr. Salih ŞİMŞEK

Prof. Dr. Salih ŞİMŞEK

TUNA’DAN KIRIMA SEYAHAT GÜNLÜĞÜ

Romenlerin Konstanza dedikleri Köstence şehri, Romanya Dobruca’sının merkezi ve Karadeniz’in en büyük liman kenti… Osmanlı’nın Tuna boylarında at koşturduğu günlerden hatıra camiler ve türbelerin yanı sıra tertemiz Türkçeleriyle Evlad-ı Fatihan’a yurtluk yapmaya devam eden belde… Dobruca Bölgesi, 1417’den 1877 yılına kadar Osmanlı hâkimiyetinde kalmış. Tam 460 yıl... Dile kolay... Köstence, günümüzde Yunanistan’ın Selanik, Mısır’ın İskenderiye, Hollanda’nın Rotterdam ve Küba’nın Havana’sıyla birlikte İstanbul’un da kardeşi...

Şehre girmeden, daha önceden haberleştiğimiz Muharrem Hocayı aradım. Daha önceki yıllardan da bulundukları yeri kabaca biliyordum. Buluşacağımız yeri tarif etti. Ancak ben, trafik yoğunluğundan ve bir anlık dalgınlıktan dolayı dönmem gereken kavşaktan dönemedim. Şehir merkezine doğru devam ettim. Sahile inen yola sapıp, Eski Köstence’ye yöneldim. Hünkâr Camii ve Kral Camii’nin bulunduğu yere gelip arabayı uygun bir yere park ettim. Muharrem Hocayı arayarak yaptığım yanlışlığı anlattım. “Siz Hünkâr Camii civarında bekleyin. Gelip sizi alacağız” dedi. Onları beklerken camileri ziyaret ettik. Her iki cami de tam bir Osmanlı... Kral Camii girişinde Tatar kadınların el işleri yapıp sattıkları görülüyor. Bunların aynı zamanda caminin temizlik işlerine de baktıkları ve gelip gidenlere de rehberlik yaptıkları anlaşılıyor. Kral Camii, 1910 yılında Romanya Kralı 1.Carol tarafından yaptırılmış... Hünkâr Camii ise 1869 yılında Sultan Abdülmecid tarafından inşa ettirilmiş. Daha önceki bir gelişimde, Kral Camii’nin minaresine de çıkmış etrafı seyretmiş ve Resimler çekmiştim. Tabii Harun ve Numan Hocalar buraları ilk defa görüyorlar. Onlarla Minareye çıkmaya vaktimiz olmadı.

Romanya’da 59’u Köstence ve civarında bulunan 72 faal cami varmış. Bu camilerden 37’si minareliymiş. Romanya’da 1850 yılında 238 olan cami sayısı, 1939 yılında 151’e, 1976 yılında ise 85’e düşmüş. Önemli faal camilerin Osmanlı döneminden kalan isimleri halen kullanılmaktaymış.

Muharrem Hocayı beklerken etrafı biraz dolaştık. Bulunduğumuz bölge, çok tarihi binalara, müzelere ve tarihi eserlere ev sahipliği yapan bir bölge... Geniş bir meydana açılan çok sayıda dar sokaklara rastlamak mümkün... “Bir miktar Romanya parası Ley alalım” dedik ama alacak yer bulamadık. Bir süre sonra da Muharrem Hoca ile Süleyman Hoca birlikte geldiler. Arkadaşları tanıştırdım. “Şimdi bizi takip edin, Vakfımızın lokaline gidiyoruz” dediler ve biz de şehri turlayarak onları takip ettik. Lokalde bir süre dinlendik. Sağ olsunlar nefis bir yemek hazırlamışlar. Türkiye’den buralara çalışmaya gelen insanlarla tanıştırdılar. Muharrem Hocanın akşam Tulça’da (Tulcea) olması gerekiyormuş... Ancak arkadaşların, bizi Mecidiye’yi gezdirmeden, oraya götürmeye gönülleri razı olmadı. Mecidiye’de Muharrem Hocaların Vakıf şubesi binasına götürüldük. Nefis bir bina yapmışlar. Vakıf binasının üst katından çeşitli manzara resimleri çektim. Şehir içinde dolanırken Osmanlı Hükümet Konağı’nın resmini aldım. Mecidiye Camii önünde resim çektirdik.

Mecidiye, 43.800 kişilik nüfusu (2003) olan bir şehir… Kuruluş tarihi kayıtlarda 2 Eylül 1856 olarak belirtiliyor. Osmanlı Sultanı Abdülmecid’in fermanıyla kurulmuş. Köstence-Boğazköy-Bükreş Demiryolu ve Tuna-Karadeniz Kanalı Mecidiye şehrinden geçiyor. Şehir nüfusu içinde ciddi ölçüde Türk-Kırım Tatar nüfusu yer almaktaymış.

Dönüşte, Çavuşesko döneminde tamamen insan gücüyle yapılan ve Boğazköy’ü Karadeniz’e bağlayan Tuna Kanalı üzerinde durup resim çektim. Tuna’nın heybeti, suni kanalda bile kendini gösteriyor. Muharrem Hoca, Köstence trafiğine girmemek için, çevre yolundan Tulça’ya gitmemizin bize zaman kazandıracağını söyledi. Biz de kabul ettik. Yolumuz üzerinde meşhur Babadağ kasabası var. Orayı, oradaki külliyeyi ve türbeyi ziyaret edeceğiz. Yol asfalt ve her iki yanı meyve ağaçlarıyla dolu… Çavuşesko döneminde ana yolların kenarlarına çok sık olarak ceviz, elma, armut ve diğer meyve ağaçları dikilmiş. Mevsiminde yolu kullanan herkes durup bunlardan topluyor. Yani kamuya ait meyveler… Muharrem Hoca, aracını çok hızlı kullanıyor. Mübarek sanki pilot, uçak kullanıyor zannedersiniz. Biz de mecburen ona ayak uydurmaya çalışıyoruz. Yol kenarlarında kilometre yazılan levhalar yok… Bunların yerine kilometre taşları var. Gerçekten üzerinde yol üzerindeki şehirlerin bulunulan yere uzaklığı, bu taşlar üzerine kilometre olarak yazılmışlar.

Nihayet Babadağ’a girdik. Burası benim daha önce de ziyaret ettiğim bir mekân… Bölgede Osmanlıdan kalan bazı yerlerin orijinal isimleri değiştirilmemiş… Değiştirilenler çok sayıda olmasına rağmen… Babadağ, Mangalya, Mecidiye, Başpınar, Tekirgöl, Kastel, Topalova, Mahmudiye ve Hırşova gibi isimler bunlar arasındadır. Babadağ’ın nüfusunun 10.000 civarında olduğu sanılıyor. Babadağ’da bugün sadece Gazi Ali Paşa Camii ayakta… Türkiye tarafından restore edilmiş ve diyanetten gönderilen görevliler tarafından hizmet veriyor. Tarihi belgelerde bahsedilen ve daha 17. yüzyılda sapasağlam ayakta olan Babadağ Ulu Camii ve Defterdar Derviş Paşa Camii yok edilmiş. Camiyi ziyaret ettikten sonra, camiye çok yakın bir yerde, mahalle arasında bulunan Sarı Saltuk Türbesi’ni ziyarete ettik. Genel hali oldukça bakımsız olan türbenin birkaç resmini çektim. Hava da iyice kararmaya başladı. Fatiha okuyarak Tulça’ya hareket ettik.

Tulça ya da Tulcea, Günümüzde 90.000 civarında bir nüfusa sahip olan şehir... 1416 yılında Osmanlılar tarafından fethedilmiş. 8. asırda kurulduğu bilinen Tulça’da gideceğimiz mekân belli… Aziziye Camii’nin yanındaki, eskiden metruk halde, sarhoşlara barınak olan ancak Muharrem Hocanın çalıştığı vakıf tarafından restore edilip kullanıma açılan Vakıf Şubesi… Arabamızı emniyetli sayılabilecek bir yere par ettik. Buradaki hem cami, hem de bu Vakıf binası çok güzel restore edilmiş… Karadeniz’den Tuna’ya giren gemileri Tulça önlerinde bu caminin minaresi karşılıyor. Nefis bir görüntüsü var… Tuna Nehri, Tulça’nın her şeyi… Şehrin ekonomik hayatında, gemi inşa sanayi ve balıkçılık önemli bir yer işgal ediyor… Vakıf binasında bulunan diğer zatlarla da çalıştık. Özel olarak hazırladıkları Tuna Nehri’nin özel balıklarından hazırlanan bir ziyafet ve bahçede bir mangal partisi yemek… Çay, kahve ve sohbetten sonra Muharrem Hoca, bizleri sahilde yürüyüşe çıkardı. Havalar soğumaya başladığı için sahil çok kalabalık değil… Bazı bar-cafe-standları hâlâ duruyor. “Yaz mevsiminde buralarda adım atacak yer bulamazsınız. Herkes içer… Sahili alkolikler istila eder. Şimdi mevsim döndü de biraz sakinledi” dedi, Muharrem Hoca. Tuna’nın karşı kıyılarındaki ışıkları seyre ede yürüyüşümüzü tamamlayıp döndük. Muharrem Hocaya sordum: “Buraya son geldiğimde, sahildeki DELTA HOTEL karşısında bir Türk lokantası vardı. Faaliyetine devam ediyor mu? Sahibi Mustafa Bey bize çok yardımcı olmuştu”. O da Mustafa Beyin biraz sonra buraya geleceğini söyledi. Gerçekten bir süre sonra bahsettiğim Türk Lokantası Kardelen’in sahibi Mustafa Bey geldi. Bir süre sohbet ettik. Beni hatırladı. Onu gönderdikten sonra, yarın sabah saat:06.00’da Galati şehrine müteveccihen buradan ayrılmayı kararlaştırdık.

Gidiş güzergâhımızla ilgili bazı bilgileri Muharrem Hocadan aldık. Moldavya’ya girmeden Ukrayna’ya geçemeyeceğimizi de öğrendik. Bu hiç hoşuma gitmedi. Çünkü Moldavya vizemiz yok... Muharrem Hoca bazı yerlere telefon edip sınırdan vize alınıp alınamayacağını sordu. Mümkün olduğunu söylediler. Bu bilgiyi alınca rahatladım. Tuna’yı feribotla geçeceğimiz için feribot için Romen parası gerekli… Muharrem Hoca’ya dolar verip yeteri kadar ley aldık. Yatar yatmaz uyumuşum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.