Ahmet Şükrü KILIÇ

Ahmet Şükrü KILIÇ

İnsanı görmeyenin Allah’ı görmesi zordur

İnsanın akîdesi, yalnızca zihninde tuttuğu bir cümle değildir; varlığın bütününü kavrama biçimidir. Bir insan “Allah vardır ve görür” derken aslında kendi hayatının bütün gizine, bütün açıklarına bir nazar sahibinin baktığına inanır. Bu yüzden akîde, insanın vicdanının iç mimarisidir. Bu mimari çöktüğünde, insanın gözünün önünde duran hakikatler bile anlamını yitirir.

Allah’a inanmayan kişinin anne-babasını sevmesi mümkündür ama onların bir “Emanet” olduğuna inanması zordur. Dostlarını bilir, düşmanının eziyetini hisseder fakat o düşmanın da kendi gibi bir kul olduğunu idrak edemez. Bu idrak eksikliğidir insanı zalim yapan; çünkü zalimlik, çoğu zaman karşısındaki insanın insan olduğuna inanmamaktan doğar. Kişinin düşmanlığına iman etmesi, aslında insanlığa olan inancını yitirmesindendir.

Sabahın seherinde yollara düşen işçiyi, atölyeye açılan kepengi, ekmeğini kazanmak için yollara revan olan binlerce insanı görmek başka; onların emeklerine saygı duymak başkadır. Güneşi inkâr etmez kimse; o her gün doğar çünkü. Fakat kimileri güneşin aydınlattığı emek ocaklarını, alın teriyle tüten sofraları yok sayar. Kur’an’ın “İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır” beyanı; emeğe saygının imanın bir gereği olduğunu hatırlatır. Şairler sömürüyü anlatır, romancılar haksızlığın nabzını tutar, makale yazarları zulmün kalbine dokunmak ister. Yine de sömürünün çarkları döner; çünkü sömürüyü konuşanların bir kısmı, sömürdükleri insanları kendi sınıflarının eşyası gibi görür.

Emekçiyi orakla, çekişle simgeleyenlerin çoğu, emekçinin teri kurumadan ödenmesini emreden Nebevî ahlâkı yalnızca slogan olarak dillendirir; hayatlarında geçerli değildir. Milliyetçiliği dilinden düşürmeyenler, kazançlarını kanun dışı yollarla çoğaltmaktan geri durmaz. Dava adamı olduğunu söyleyenlerin ise çoğu, davaya ilk ihanet edenlerdir. Sözlerini büyütenler, amellerini küçülterek yol alırlar.

Demokrasiden söz eden siyasi liderler, çoğu zaman kendi partilerinde demokrasiyi yaşatmaz. Kendi içlerinde bir imtihanı yok sayıp, başkalarını imtihanla tehdit ederler. İl başkanları atanmış şube müdürüne döner, milletvekilleri halkın değil liderin vekili gibi davranır. Sistem, varlığını bir lidere borçlu olduğuna inanan insanlar üretir; o insanlar da Allah’a yakın olmayı değil, güçlü olana yakın durmayı fazilet sayar. Bu da insanı rütbeli bir köleye dönüştürür.

Zulme uğrayan bir insanın acısına inanmamak, Kur’an’ın “Mazlumun duasıyla Allah arasında perde yoktur” ilkesini yok saymaktır. Halkın emeklerini kılıflarla gasp edenlerin varlığını bilip de bunun zulüm olduğuna inanmayan, aslında Allah’ın gazabını ciddiye almıyordur. Çünkü Kur’an zulmü yalnızca büyük kötülüklerde değil, en küçük haksızlıklarda bile lanetler. Bilmek başka, iman etmek başkadır; iman, bildiğini hayatına taşıyabilmektir.

Etrafımızdaki insanların varlığını biliriz fakat çoğumuz onların da bizim gibi duyguları, haysiyetleri, kırılganlıkları olduğuna inanmayız. Peygamber kıssalarını anlatanların çoğu da böyledir; anlattıkları şey hakikattir fakat kendi hayatlarında hakikatin izi yoktur. Cemaatlerin sırtındaki kambur hâline gelenlerin, cemaat insanlarını sömürenlerin çoğu, Kur’an’ı raflardan indirir fakat kendi sırtlarında bir çile izine rastlayamayız. Mevlânâ’yı anlatır ama çilehanelerde bir gün bile durmaya rıza göstermez. Söz satıcıları, sözü kendilerine değil insanlara yüklerler.

Burada, Yusuf kıssasını hatırlamak gerekir; fakat kıssaya yanlış anlam yüklemeden. Kur’an’ın anlattığı şekliyle Yakub’un oğulları, Yusuf’un kardeşidir; kıssada onların peygamber olduğuna dair bir bilgi yoktur. Kıskançlıkları da imanın değil, nefislerinin zaafıdır. Onların hatası, Allah’ın vaadini inkâr etmek değil; nefsin karanlık dürtülerine kapılmaktır. Kur’an kıssalarının bize anlattığı şudur; insan zaaf sahibidir ve zaaf, iman iddiasıyla çelişebilir. Bu yüzden kıssadan alınacak ders, insanların kötülüğe meyilli olabileceği gerçeğidir. Kimse “Müslüman görünüyor” diye aklanmaz; imanın ölçüsü adalettir, hakkı ayakta tutmaktır.

Biz kendimize bakacağız. Kötüyü yalnızca konuşan değil, kötülüğü defetmek için adım atan insan olacağız. Yusuf’u kuyudan kurtaran Allah’ın rahmeti, bugün zalimin karşısında duran kulun da yardımcısıdır. Çünkü adalet için ayağa kalkmak, Allah’a güvenmenin fiil hâlidir.

İnsanı inciten, aslında Allah’ın çizdiği sınırları incitir. İnsana zulmeden, Allah’ın haram kıldığı bir fiili işler. İnsanı küçük gören, Allah’ın “Biz insanı mükerrem kıldık” hükmünü yok sayar. Bir insanın hakkını gasbeden ise farkında olarak ya da olmayarak Allah’ın koyduğu hak ölçüsünü bozar. Bu yüzden ahlâk, akîdenin meyvesidir; akîde, ahlâk ile doğrulanır.

İman; gördüğünü kutsamak değil, görmediğini hakikat bilerek yaşamaktır. İnsan ise o hakikatin sınav alanıdır. İnsanlığın hakkını koruyan, Allah’ın huzurunda kendi hakkını korumuş olur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.