Ahmet Şükrü KILIÇ

Ahmet Şükrü KILIÇ

Zil sesi! Karanlıkta söylenen doğru, ışıkta inkâr edilen gerçek

Bir evin kapısında çalan zil, bazen bir misafirin neşesini değil, bir hayatın yükünü taşır. Her an çalabilir. Bir polis tebligatı, bir icra kâğıdı, bir avukat cümlesi ya da üniformanın soğuk bakışıyla… O zil, uygun musunuz diye sormaz. Evde misafir var mı, çocuk uyuyor mu, kalbiniz o gün ne kadar yorgun bakılmaz. İlk çaldığında insanın içine çöken şey korkudur. Zamanla alışılır, evet, ama alışmak korkunun yok olması değildir; korkunun evin eşyası hâline gelmesidir. Kapının yanındaki askılık gibi, ayakkabılığın yanındaki sessizlik gibi. Onlarca kez yaşarsın bunu…

Biz yazmakla yetinmedik. Yazının vicdanı yetmedi çünkü. Suç işlediğine inandığımız, dokunulmaz sanılan adamlar hakkında suç duyurularında da bulunduk. Dosyalar büyüdü, klasörler kalınlaştı, cümleler delile dönüştü. Ama mahkeme salonlarında başka bir hakikatle yüzleştik. Şahitlerin itiraflarını görmezden gelen hâkimler tanıdık. Suçun izini sürmeye çalışan savcıların, duvara çarpıp geri dönen arayışlarına şahit olduk. Hukukun terazisi vardı belki ama kefelerinin biri sürekli yere yakındı.

İtirafçılar konuştu ama eksik konuştu. Başından savar gibi ifade verdiler. Zimmet suçlamalarının hikâyesi hiçbir zaman tam anlatılmadı. Sanıkları tanık olarak dinlettik; tanıklık bile suçun üzerini örtmeye yaradı. Hakikat, mahkeme salonunda kelimelerin arasına sıkıştı. Oysa biz biliyorduk; bir hakikat susturulduğunda, sadece bir dosya kapanmaz, bir toplum biraz daha karanlığa alışır.

Hakkında suç duyurusunda bulunduğumuz adamlardan ikisi ödüllendirildi. Milletvekili yapıldılar. Bu ülkede bazen suç, yükselmenin basamağı olur. Şahitlerin arasında il başkanı olan da vardı, milletvekili olan da, meslek odası başkanı olan da. İkili görüşmelerde yapılanların yolsuzluk olduğunu itiraf edenler, mahkeme salonunda aynı adamları akladılar. İnsan yüzünün iki hâli vardır; biri karanlıkta söylenen doğru, diğeri ışıkta inkâr edilen gerçek.

Adamlar milletin malını götürdükleriyle kalmadı. Bizim hakkımızda açtıkları tazminat davalarını da kazandılar. Hırsıza hırsız, zimmetçiye zimmetçi dediğimiz için her ay maaşımızın dörtte birini onlara ödedik. Yıllarca. Ödemek sadece para vermek değildir; insanın boğazından lokma eksiltmesidir, çocukların rızkından sessizce kesmektir. 2005’ten bu yana bu yük omuzlarımızda taşındı.

Zimmetçinin suçu açık. Ama beni asıl yaralayan tanıklardır. Suçu bilip de aklayanlar. Sonra dönüp, biz yazdık diye bizden de para alanlar. Hukuk bazen adaleti değil, suskunluğu ödüllendirir. İşte o an anlıyorsunuz; bu sadece bir dava değil, bu bir ahlâk çöküşüdür. Ahlâk çöktüğünde, yasalar ayakta kalsa bile toplum çöker.

Ben ölümden korkmuyorum. Ölüm sonrası hesaptan korkmayanlardan korkuyorum. Çünkü büyük bir hesap var. Suçlular için de, onları aklayan tanıklar için de, meseleyi reklam parasına çeviren medya patronları için de, susarak suçun ortağı olan siyasiler için de. Hırsızlığın, zimmetin, gaspın meşrulaşmasına kim katkı sunduysa, zulme uğrayan insanların ahı, hepsinin etrafını kesintisiz bir çığlık gibi saracak.

Her kuruşun hesabının sorulacağına inanıyorum. Bu bir tehdit değil, bir inançtır. Hakikat bazen gecikir ama asla kaybolmaz. Harlanmış bir ateş gibi, yavaş yavaş ama yakarak gelir. O ateş, bu dünyada kaçtıklarına, orada yeter de artar bile.

Acı olan şu; insanların hakkını aramak, kul hakkına sahip çıkmak bizim toplumsal geleneğimizde güçlü değil. Ne İslamcısında, ne ülkücüsünde, ne de sosyalistinde… Sendika tabelalarını, ideolojik sloganları bu haneye yazmayın. Bakılması gereken tek şey, kim, hiç tanımadığı bir insanın hakkı için gerçekten bedel ödemiş? Kim, kendi konforunu riske atmış?

FETÖ davalarında müştekilerin kendisi bile davalara ilgi göstermedi, sanıklar müşteki oldu, onlarla da uğraşan, haklarında suç duyurusunda bulunan biz olduk. Birçok ağır ceza hakiminin FÖTÖcüleri salıvermelerinin karşısında durduk, hakimlere hakaret ettiğimiz gerekçesiyle yargılandık. Peki, neden? Çünkü adalet, sadece suçluların değil, mağdurların da cesaretini ister. İlgi yoksa, korku vardır. Çoğu zaman, korkunun kaynağı bellidir.

“Müştekilerin içinde altı ıslak olanlar da var” demektir.

Bizim İslamcılığımız Yaşar Nuri’nin Emevi İslamına karşı çıkıp da onlar gibi yaşamasının, rejimin kapıkulu mollası olmasının ötesine geçemedi. Rejim sadece Kemalist rejim değil, her yapının kendini koruyan 5816 sayılı kanunu var!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.