GELİN ŞU ALEME BİR TEFEKKÜR BAKIŞIYLA BAKALIM

Arkadaşlar maalesef yediğim bir yemeğin resmini veya malayani boş bir şeyi paylaşsam alıcısı çok oluyor. Mesele ilim olunca mesele bilgi olunca alıcısı ancak bir kaç kişiyi geçmiyor. Ama ben genede paylaşayım dedim.

Kur'an'ı Kerim de Allah (cc) akletmezmisiniz? Düşünmezmisiniz diye sorar? Zaten aklı olmayanın dini mesuliyeti de yoktur.

Derviş Yunus demiş ki...

İlim ilim bilmektir

İlim kendin bilmektir

Sen kendin bilmezsin

Ya nice okumaktır

Evet görüldüğü üzere Yunus'un dediği gibi sen kendin bilmez isen ya nice okumaktır. Yani boşa okumaktır.

Kur'an'ı kerim de "Tin" süresinde insan ahseni takvim olarak tarif ediliyor.

Yani....

Yaratılmışların eşrefi, en mükemmeli.

Hani bazen internette falan görüyoruz ya, mesela bir ineğin karnının bir tarafında Allah diğer tarafında Muhammed yazıyor diye paylaşımlar yapılıyor ya...

Yada domateste, veya bir balığın karnında Allah yazıyor diye.

Efendiler şöyle basiret gözü ile bakarsak görürüz ki, her tarafta, her nesnede Allah yazıyor. Biz ancak şekli olarak görünce aaa bakın bakın Allah yazıyor diyoruz.

İnsan şöyle bir tefekkür etse. Tefekkür konusunda buyurulmuş ki beş dakikalık bir tefekkür bin rekat nafile namaz'dan daha sevaptır.

Tefekkür edince görecektir ki...Alem yaratıldı yaratılalı Allah (cc) bir şeyin aynısından iki tane yaratmamıştır. Müthiş bir şey değil mi?

Taaa Adem (as) dan günümüze kadar kaç milyar insan geldi geçti ise hiç birisi bir diğerinin aynısı değil.

Milyarlarca insanların ses tonları dahi değişik değişik. Birbirinin aynısı değil. İnsanı görmeseniz dahi sadece sesini duysanız, kişinin kim olduğunu hemen tanıyabiliyorsunuz.

Bir ağacın dallarındaki meyvelerin şekilleri dahi birbinin aynısı değil.

Hatta gökten yağmakta olan kar tanelerinin kristalleri şekilleri dahi birbinin aynısı değil.

Düşünülse görülecektir ki, insanoğlu müthiş bir fabrika. Bütün cihazları ayrı ayrı. Lakin müthiş bir şekilde birbirine bağlantılı, birbirine uyumlu ve donanımlı yaratılmış.

Bir meyve veya bir yemek yeseniz, yada bir bardak su içseniz hemen içerdeki organlar otomatik olarak harekete geçiyorlar. Çalışmaya başlıyorlar.

Peki o mideye kim emir verdi ki gelen yemeği veya meyveyi parçala erit diye. Kim o şartele bastı da komut verdi ki artıklarını barsaklara gönder diye.

Onun içerisindeki minarellerin ayrılma proğramını kim propramladı ki, saçlarımıza gidecek çinkonun ölçüsü ile kaşlarımıza gidecek çinkonun ölçüsünü değişik değişik gramajlarda bir mizan ile ayarladı ve taksim etti?

Vücut ilahi proğramlayıcının proğramlaması ile magnezyumu kaslara demiri kana oksijeni beyin ve ak ciğerimize kalsiyumu kemiklere vücutta ki fazlalığı dışarıya suyu böbreklere gönderme işini kim propramladı?

Vücut ısısı 35c derecenin altına düşmeye başlayınca otomatik sistem, yani vücut titremeye başlar ki tekrar titreyerek kendisini olması gereken ısı derecesine yani 37c dereceye çıkartsın. Vücudu kim proğramladı ki ısı derecen 35c dereceye inerse hemen titre diye. Kim?

Peki anne doğum yapmadan önce annenin göğüslerinden neden süt gelmiyordu da

doğum yapınca iki tane çeşmeden kar gibi sütü kim akıttı?

Mesela hayvanlar ot yiyince süt oluyor.

İnsanlar da ekmek yiyince süt oluyor. Demek ki hikmet ne ot'ta nede yemekte.

Allah (cc) İnsanoğlu na sayısız nimetler vermiş. Peki o nimetleri elimize, kolumuza alnımıza sürünce bir tat almıyoruz da, dilimiz de nihayetinde bir et parçası, aynı nimetler dilimize varınca neden tat alıyoruz? O dilin tat alması için bir iradesi aklımı var? O dili o şekilde kim propramladı? Demek ki burada da hikmet et parçasında değil.

Gözlerimizi bağlasalar çiçekleri burnumuza tutsalar aldığımız koku duyusu ile, görmesek dahi bu kokudan neyin ne olduğunu bilebiliyoruz. Peki o buruna o propramı kim verdi? Burun da dil gibi nihayetinde bir et parçası değil mi?

Gözlerimiz birer yağ tabakasından oluşuyor. Onları çıkartsan da yerine başka bir şey koysan, neden görmüyor? Ona görme özelliğini kim verdi?

Mesela...

Bir küçük bahçe düşünün

Yan yana domates, salatalık, çilek yanyana büyüyorlar.

Üçüde aynı topraktan besleniyor. Üçüde sulanırken aynı suyu emiyor. Üçüde aynı havayı teneffüs ediyor.

Peki üçünün de yaşaması için lazım olan alemde ki dört element yani hava, su, ateş ve toprak lazım.

Lakin üçünün alacağı gramajlar ölçüleri değişik değişik.

Mesela domatesin ihtiyacı olan hararet yani ısı derecesi diyelim ki 25c ise çileğe lazım olan ısı derecesi belki 20c derece veya salatalığa 18c derece lazım.

Domatese lazım olan su miktarı haftalık iki litre ise salatalığa kazım olan miktar üç litredir. Bu üç meyve yanyana olduğu halde kim bunların bu kadar hassas ihtiyaçlarını detaylı bir şekilde ayarlayıp ayrı ayrı bunlara gönderip leziz birer meyve olarak yetişmelerini sağlıyor.

Hemde yanyana oldukları halde o toprağın bir aklı veya iradesi mi var ki domatese şu kadar ısı, çileğe şu kadar ısı, salatalığa şu kadar ısı lazım diye bunları ayarlamam gerek diye bir aklı iradesi mi var?

Ağacın kök dalları yumuşacıktır. Peki bu yumuşacık dallar matkapla dahi delinemeyecek derecede sert olan koca koca kayaları, taşları nasıl delebiliyor?

Çünkü ağaca su verilmez ise, veya ağaç susuz kalırsa, ağaç su ihtiyacını, suyun bulunduğu yere kadar kök dallarını uzatarak oradan tedarik eder.

İsterse önüne taş çıksa dahi. Ağaç taşa varınca tık tık vurur selam verir ve der ki...ey taş kardeşim ben geldim suya ihtiyacım var bana yol ver diyerek besmele çeker taştan müsade ister. Taş da çatlar oradan kendisine yol vererek suyun bulunmuş olduğu mevkiye bu şekilde ulaşmış olur.

Eğer bu ilahi bir şekilde proğramlanmamış olsa, yoksa o yumuşacık dalların taşı delme imkan ve ihtimali varmı?

Efendiler suyu ele alacak olursak...

Su iki hidrojen bir oksijen den meydana gelir.

Hidrojen yakıcı, oksijen ise yanıcıdır.

Hikmeti ilahi ye bakın ki, ikisinin birleşiminden meydana gelen su ile hem yakıcı olan hem de yanıcı olan söndürülebiliyor.

Aynı arı gibi. Arı da hem bal hem zehir birlikte yaratılmıştır. Alanlar için ne büyük ibretler vardır.

Evet tefekkür ile düşünecek olursak acaba bir bardak su, dünya kurulduğundan bu yana, acaba kaç sefer gökle yer arasında gitti geldi.

Yeryüzüne indi; insan ve hayvan vücudundan geçti, kan oldu, idrar oldu, çamırlaştı kirlendi.

Nihayet güneşin harareti ile buharlaştı, rüzgar onu semada oradan oraya gezdirdi. Böylece adeta filtreden geçti, tekrar arındı temizlendi saf ve berrak bir bulut oldu.

Bazen yağmur damlası, bazen dolu, bazen de kar tanesi halinde yeryüzüne"rahmet" olarak tekrar indi. Tekrar birçok mahlukatın, toprağın, sebzelerin, meyvelerin içinden geçti

Efendiler...

Alemde 350 milyar galaksi her galaksi de de 350 milyar yıldız var.

Işık saniyede 300.000 kmh hız yapıyor. Alem yaratılalı kaç milyar yıl oldu bilen yok. Alemde öyle yıldızlar var ki milyarlarca sene önce sönmüşler lakin göndermiş oldukları ışık saniyede 300.000 kmh hız yaptığı halde milyarlarca senedir dünya ya ulaşamamış biz o yıldızları hâlâ orada var zannediyoruz. Hatta ilim diyor ki bazı yıldızların göndermiş oldukları ışıklar taa kıyamet sabahına kadar dahi yolda gelecekler ama genede dünya ya ulaşamayacaklar. Buna makro alem deniyor.

Birde mikro alem var.

Düşünebiliyormusunuz bir insan hücresi 100 trilyon atomdan meydana gelmektedir.

Eğer bizler bir hücre olsaydık bizim kendi vücudumuz ve dünya bize makro alem.

Eğer bir yıldızdan dünya ya bakacak olsaydık insanlar mikro alemin birer parçası olacaktı.

Şu alem öylesine bir nizam intizam içerisinde yaratılmıştır ki...

Şu koca dünya güneş etrafında dönerken saatte 117.000 kmh hızla...kendi ekseni etrafında dönerken de 1680 kmh hızla dönmektedir. Güneş'in etrafında dönerken 1 yıl kendi ekseni etrafında dönerken de bir gün meydana gelmektedir.

Şaşılacak olan şey şudur ki, ilim diyor ki eğer dünya 20 cm güneşe yaklaşsa dünya yanıyor, eğer 20 cm uzaklaşsa bu seferde dünya buz tutuyor. Bu alem milyarlarca senedir dönmekte olduğu halde ne biraz hızlı nede biraz yavaş dönüyor. Kendi yörüngesinden asla şaşmıyor.

Efendiler bu dünyanın bir aklı, kendi kendine bir sistemi mi var ki yörüngesinden milyarlarca senedir zerre şaşmamış ne ileri nede geri kalmış? Ne güneşe santim yaklaşmış nede santim güneşten uzaklaşmış.

وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَٓابِّ وَالْاَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ كَذٰلِكَۜ اِنَّمَا يَخْشَى اللّٰهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمٰٓؤُ۬اۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ غَفُورٌ

İnsanlar, yerde yürüyen canlılar ve sağmal hayvanlar da aynı şekilde çeşit çeşit renklerdedir.

Gerçek şu ki, kulları içinde ancak âlimler, Allah’tan gerektiği gibi korkarlar. Şüphesiz Allah, karşı konulamaz kudret sahibidir, çok bağışlayıcıdır.

Fatır süresi 28

Yani Allah tan hakiki manada ancak alim kulları korkar.

Başka bir ayeti kerime de...

اَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ سَاجِدًا وَقَٓائِمًا يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ وَيَرْجُوا رَحْمَةَ رَبِّه۪ۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذ۪ينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَۜ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ۟

Şimdi düşünün, bu cehennemlik kimse mi daha iyidir; yoksa gece saatlerinde secde ederek ve ayakta durarak ibâdet eden, âhiret azabından sakınan ve Rabbinin rahmetini uman tertemiz bir mü’min mi?

De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak gerçek akıl ve idrâk sahipleri düşünüp ders çıkarırlar.” Zümer 9

Efendiler...

Allah'ımızın subuti sıfatları vardır.

Hayat, ilim, semi, basar, irade, kelam, kudret, tekvin.

Rabbımız bu sıfatlarından kullarına da vermiştir. Lakin Rabbimizin sıfatları sonsuz kullarınkiler cüzi dir.

Mesela Rabbimizin bir hayatı vardır sonsuz,

Bizim de bir hayatımız var, lakin sınırlıdır.

Rabbimizin ilmi sonsuz,

Bizim ilmimiz sınırlıdır.

İşte o öyle bir Allah'tır ki bir şeye sadece ol demesi yeterlidir.

إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

O, bir şey yaratmak istediğinde, ona: "Ol." der. O da hemen oluverir. Yasin 82

İşte bütün bunları düşündüğümüzde bu alemin hatta 18.000 alemin bir yaratıcıya ihtiyacı olduğu ayan beyan ortaya çıkmaktadır. Yani Bediüzzaman hazretlerinin dediği gibi nasıl ki bir köy muhtarsız bir iğne ustasız olamazsa şu dehşetengiz manzaralı aleminde bir yaratanı vardır.

Bunu anlamak görmek işi ancak bir hidayet meselesidir. Hani atalar demiş ya...

Vermemişse mabud, neylesin Mahmut.

Eğer hidayetten nasibin yoksa

Nuh'un oğlu Kenan olsan. Adem'in oğlu kabil olsan yada İbrahim'in babası azer olsan veya Lut'un karısı olsan dahi fayda yoktur.

Eğer hidayetten nasibin varsa, yaya çıkarsın yollara, ta İran dan gelirsin arabistan çöllerine Selmanı Farisi gibi, yada Fir'avn ın eşi Asiye annemiz gibi alırsın alacağını, görürsün göreceğini.

Yoksa herşeyi tabiata doğaya verir bir inkarcı okarak geçer gidersin bu alemden.

Peki...

Rabbimiz bizden ne istiyor?

İşin özeti kulluk istiyor arkadaş kulluk.

İlk başta verdiği iman nimetinin karşılığını ömür boyu oruç tutsak, alnımız secdei rahmanda geçirsek dahi gene ödeyemeyiz.

Bediüzzaman hazretleri diyor ki bizden üç şey istiyor....Fikir, zikir, şükür.

Şükrün de en efdali namazdır. Sonra kendi acziyetini bilmektir. Ciğerimize giren havayı çıkartmaktan aciziz. Burnumuzdan sinek girse çıkartmaya gücümüz yetmez. İsterseniz astım hastalarına bir sorun.

Rabbim dilemeden bir adım dahi atamayız. Bakın bakın Allah dileyince 10 yaşında ki bir çocuk dahi 10 tane deveyi önüne alıp iş gördürebiliyor. Koskoca Fil'in sırtına binip gezebiliyor.

Rabbim dilemeseydi 10 tane insan bir ineğin gram sütünü alamazdı.

Rabbim dilemeseydi kim bir at'ın sırtına binebilirdi?

Rabbim dilemeseydi kim öküzlere iş gördürebilir di?

Şu aleme geldik ama maalesef hanya yı konya yı anlamadan gidiyoruz.

Rabbim bizi, kendisine layık kul, Resülüne layık ümmet eylesin.

Nefis ve şeytanın elinde oyuncak etmesin.

Hamdolsun alemlerin rabbi olan Allah'a

Selam ve dua ile

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.