Erkan BAKIRHAN
Türkiye’nin Dirilişine Kurulan Tuzak: Etki Ajanları ve Manipülasyon
Osmanlı'nın varisi olan Devletimizin alemi İslâm'ın tek umudu olduğu kati bir hakikat. Bu, ne modern bir siyasi iddianın tezahürüdür ne de son 20 yılın sonucu; bilâkis tarihin derinliklerine uzanan, medeniyet bakiyesiyle sabit ve tecrübeyle perçinlenmiş bir hakikat...
Ne var ki bu hakikati hazmedemeyen iç ve dış unsurlar, asırlardır olduğu gibi bugün de farklı vasıtalarla devrede. Özellikle son 20 yılda, bu odaklar “etki ajanları” vasıtasıyla milletimizin dini, tarihî ve vicdanî hassasiyetlerini istismar eden yeni bir kuşatma stratejisi uygulamaya koyuldular. Bazıları görünüşte Ayasofya’nın açılması gibi kutlu taleplerin en ön saflarında yer aldılar. Bazen Kemalizm’e en sert biçimde çakarken göründüler. Hasılı ümmet coğrafyasının kanayan tüm yaralarına yüksek tonda refleks gösteren bu yapılar, aslında başka ajandaların taşeronlarıydı.
Bu yapılar iki ana damarda toplanmaktadır: Bir kısmı, İran’ın “Şii Hilali” hayalini mezhep eksenli bir emperyalizme dönüştürme gayretinde. Diğer kısmı ise sahada zemin kaybeden IŞİD ve benzeri radikal gruplarla organik veya ideolojik bağ içindedir.
Her ikisinin de ortak korkusu aynı: Osmanlı’nın manevî ve siyasî ruhunun yeniden dirilmesi...
Bir de şimdi "güneş batıdan doguyor"cu sekülerler türedi. Ecdadın emanetini garplıya vermeye can atan garp ezikleri...
Batı halklarının vicdani reaksiyonuna nazarı, takdirden tapınmaya dönüşmüş garbi hesapları olan.
Neyse onlara girmeyelim konu uzar gider...
Bu korkuyu yalnız onlar taşımaz; Haçlı zihniyetinin aktörleri ve &iyonist İ₺rail de aynı dehşeti paylaşır. Çünkü bilirler ki, Türkiye mazlum coğrafyaların sadece sembolik değil, aynı zamanda gerçek anlamda siyasî ve stratejik lideridir.
Olası bir uyanış, salt Türkiye’nin değil ümmetin yeniden ayağa kalkışının işareti olacaktır.
Bu odaklar, sadece dışarıdan saldırmaz; içeride de sağdan sola, muhafazakârından sekülerine kadar birçok siyasi yapıya sızarak etkilerini genişletirler. Bazı partilerde hâkimiyeti ele geçirir, bazı STK’lar üzerinden sahada görünürlük kazanırlar. Yöntemleri ise oldukça kurnazcadır: Milletin haklı ve samimi tepkilerini kendi propagandalarına dönüştürmek...
“Ayasofya açılsın” diye haykıran bir ajanın yanında olmak isteyen binlerce insan çıkacaktır elbette...
Yahut Kemalizm’e çatan bir figür, sırf mevcut düzenin eleştirisini yapıyor diye geniş kitlelerce sahiplenilecektir.
İşte bu zemini kullanırlar.
Özellikle 7 Ekim'den sonra Gazze meselesi, bu yapıların kendilerine meşruiyet devşirmek için en çok kullandıkları sahaya dönüştü. Soykırımın en kanlı sahnelerine tanık olan halkımızın vicdanî refleksi, doğal olarak bu odaklar tarafından bir tür “sermaye” gibi görülerek, istismar ediliyor.. Firari FETÖ mensuplarının bile bu süreçte Gazze aksiyonlarına katılarak kendilerine yeni bir meşruiyet alanı üretmeye çalışmalarına şahit oluyoruz.
Zira niyet nettir: Milletin saf ve temiz duygularını kirli emellerine perde kılmak...
Bu yapıların ana amacı bellidir: Osmanlı dirilmesin. Mazlumun umudu yeniden yeşermesin. İslâm dünyasının sancağı bir kez daha İstanbul’dan yükselmesin.
Bazıları bilinçli ajandır. Bazıları ise ihtirasları yüzünden bu yapıların vitrin yüzü hâline gelen faydalı(!) ahmaklardır.
Peki ne yapmalı?
Her anti-Kemalist söyleme prim vermemeli. Kemalizm eleştirisi haklı olsa da, bu eleştiriyi kimlerin hangi motivasyonla yaptığına dikkat kesilmek zorundayız.
Her “Gazze” diyen ümmet dertlisi değildir. Ağızlarda kutsal kavramlar olması, kalplerde samimiyetin bulunduğuna delil değildir. Aksiyonun kim tarafından ve hangi ağ üzerinden örgütlendiği önemlidir.
Bazı yapılar tamamen ele geçirilmiştir. İsim vermeye gerek yok, "milli görüşsüzler" diyeyim anlayın. Üç kardeştir bunlar... Ve İran etkisine tamamen açık, hatta doğrudan bağlı unsurlar hâline gelmiştirler. Biri zaten umutsuz vaka... Diğer ikisi için millileştirme gayretleri şimdiye kadar netice vermedi.
İçlerinde samimi insanlar var fakat pasif pozisyonda kontrol ediliyorkar.
Bunlarla aynı ağda çalışan sivil toplum kuruluşlarının yürüttüğü hiçbir organizasyonda samimiyet değil; kesinlikle yönlendirme, propaganda ve provokasyon bulunur.
Oralarda olmamak, olmaktan daha hayırlıdır.
Devlet şuurundan gafil, İlâyı Kelimetullah, nizam-ı âlem mefkuresine yaban her ortamdan kaçmalı...
Bu karanlık tabloda ümit yok mu?
Elbette var. Lakin ayırt etme sorumluluğu üzerimizdedir. Safları netleştirmek için basit sloganlara değil, derin ferasete ihtiyaç vardır. Tarihin ve ümmetin yükünü omuzlamak isteyenler, önce bu tür manipülasyonları fark etmek zorundadır.
Çünkü asıl cihat, sadece cephede değil; akıl, kalp ve irade saflarını tertemiz tutmakla mümkündür.
Bunlar az konuşulan ciğer konulardır.
Bilgi ve analiz ürünü değil, hakikattir.
Ehline söylenir...
Gayrısına dilsiz, hurufsuz ve
hükümsüzdür...
Bakî Selâm