Üstad, her cihetiyle farklı bir insan. Sadece cihanşümul bir âlim değil, bir kutub kadar da mânevî sultan, kâmil bir veliden de çok zikir ve evrad sahibi. Keskin duygulara sahib bir beşer, bir şâir gibi hissî. Acıları, hasretleri, elemleri olan bir kul.

Gayr-i minteşir lâhikalar arasında dolaşırken şu satırlara ağlamaktan kendimi alamadım.
Diyordu ki:
"Hususan aynı gün daha mektubunu almadan Tumsu Kayasının başına hayâlen çıktım. Süleyman’la mübarek âhiret kardeşim Hâfız Hâlid bana çay pişirdiklerini ve içirmelerini gördüm. Mütehassirane âh ve oh dedim."
Mübarek Süleyman'la sergüzeşt-i hayatları gözlerimin önünden aktı. Bilmediğim bir kaya şekillendi muhayyilemde. Bildiğim bir yerde miydi, görmüş müydüm; Mübarek Süleyman'la Hâfız Hâlid hâlâ oralarda bir yerdeler miydi? Emin olamadım. Belki de isli çaydanlıkları hâlâ kayanın kuytuluğunda bir yerde duruyor, Üstad ve arkadaşlarını bekliyordu.
Isparta'dan bir kardeşe kayayı bilip bilmediğini sordum. Bilmiyormuş... Birkaç dakika sonra öğrenmiş olarak döndü.

Tumsu Kayası, Çam Dağında Üstad'ın su içtiği çeşme ile Gelincik Dağı arasındaki kayalıkmış meğer. Birkaç yıl önce zorlu bir Gelincik Dağı tırmanışı dönüşünde oradan inmiştim. Üstad'ın satırlarına o zaman muttali olmadığım için çaydanlığı aramam düşünülemezdi ama ilk fırsatta arayacağım; bulmak için değil, aramış olmak için. Kim bilir, belki de bulurum...