İbrahim Halil ER

İbrahim Halil ER

OSMANLI DÜŞMANLIĞI

Son yıllarda Osmanlıcılık yaygınlık kazanırken, daha çok milliyetçi çevrelerde buna tepki olarak anti Osmanlıcık da yaygınlaşmaya başladı.
Şimdi milliyetçilerin Osmanlı aleyhtarlığını bir çok kişi taaccupla karşılayabilir. Ben de ilk gördüğümde hayretler içinde kaldım ama maalesef bu kesimde bir Osmanlı aleyhtarlığı da yayılmaktadır. (Milliyetçiler içinde kafatasçı, ırkçı, cengiz han'cı, İslam karşıtı bir damar hep mevcut olmuştur.)
Temel argumanları Osmanlı'nın bir Türk Devleti değil Roma Devleti olduğudur. Yani daha fazla Türkçülük yapmaması eleştiri konusu olmuş, ama bu eleştirilerini Osmanlı Devletini Romalılaşmakla suçlayacak şekilde göstermişlerdir. Onlara göre: "Osmanlı Devleti; Türklere önem vermemiş, devlet kademelerine hep Türkler dışında insanlar getirmiş, Türkleri "etrak be idrak-yani akılsız Türk" şeklinde tahkir etmiştir.

Bütün bu iddiaların çıkış mesnedi vardır ama olay onların anladığı tarzda değildir. 
Öncelikle Osmanlı Devletinin kurucu unsuru Oğuz Türkleridir ve bu konu tartışmasız bir şekilde kabul edilmiştir. Yani Padişahlar Türktür (Padişah annelerinin farklı etnik kökende olması onların Türklüğünü bozmaz. Çünkü bizde nesep Yahudiler gibi anneden değil babadan geçmektedir.). 
Ardından, Osmanlı Devleti için asıl olan kavmiyetçilik değil İslam'dır ve Osmanlı Devleti bunu Millet kavramı ile kavramsallaştırmıştır. Yani Osmanlı Devleti, toplumu din eksenine göre bölmüştür. Müslümanlar ve Müslüman olmayanlar şeklinde. (Bu da İslamın ülke hukukuna uygun bir tasniftir. Yani Müslim ve Gayri Müslim, darul islam, darul küfür şeklindeki doktrindir). 
Zaten klasik anlamda milliyetçilik yeni bir kavram olup 1789 Fransız İhtilalinin bize armağanıdır. O dönemdeki tüm toplumlar kendilerini daha çok dinle ifade etmişlerdir. Ruslar bile Panortodoks politikası adı altında Hristiyanlık ekseninde bir politika gütmüşler, Fransızlar, Katoliklerin haklarını bahane ederek Ortadoğu ve Filistin'de söz sahibi olmaya çalışmıştır. Osmanlı da buna karşın İslam Birliği politikasını sürdürmüştür.
Osmanlı'nın Türkçülük ve Türk birliği ekseninde bir politika sürdürmesi kendi sonunu getirebilirdi. Çünkü her ne kadar Devlet, Türk Devleti olsa da Türkler azınlıktaydı ve Türkçülüğü öne çıkartması durumunda kendini yok etmesi gerekecekti. Bu nedenle din eksenli bir birliği öne sürerken aslında Türk birliğini de savunmuş oluyordu. Çünkü Türkler de Müslümandı ve bu birliğin önemli bir unsuru olacaktı. 
Bu amaçla özellikle Türkistanda gerçekleşen Gaspırallı hareketi takip edilmiş, desteklenmişti. Tercüman gazetesi, tüm Türk Dünyası tarafından okunan, takip edilen bir gazete huviyetine bürünmüş, tüm Türkler arasında ortak bir dilin oluşması çalışmaları hız kazanmış, devlet bu konuda destekleyici olmuştu. O dönemde Kazan'da çıkan bir dergi İstanbul aydınları tarafından okunup anlaşılabiliyor, İstanbul'da ki bir dergi de Türkistan'da okunuyordu. 
Türkler arasındaki bu yakınlaşma ve birlik çalışması Rusya'nın dikkatini çekti ve bu durumu sekteye uğratmak için baskılar, yasaklar ortaya konuldu. Ortak dil çalışmasının bastırılması ve Türk toplumların birbirlerini anlamamaları için her kavme ayrı bir alfabe sunuldu ve zamanla birbirlerini anlayamaz toplumlara böldü. Osmanlı Devleti gittikçe zayıfladığından süreci tersine döndüremedi.

Osmanlı Devletinde bazı kitlelerce Türkleri tahkir amaçlı "etrak bi idrak- akılsız Türk" sözü söylenmişse de bu bir devlet politikası olmayıp, bazı aydınların ve grupların dile getirdiği söylemdir. Hatta bu söylemden kast edilen Türk kavmi olmayıp daha çok göçebe Türkler olup, devlete sürekli isyan halinde olmalarından dolayı bu isim verilmiştir. Yoksa devletin resmi politikasında Türklere karşı bir art niyet olmadığı gibi 1876 Kanuni Esasinin bir maddesinde devletin resmi dilinin Türkçe olduğu ve devlet kademelerinde yükselmek için Türkçe bilmek gerektiği (MADDE 18.- Tebaai Osmaniyenin hidematı Devlette istihdam olunmak için devletin lisanı resmisi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır.) belirtilmiştir. Yani Devlet daha ne yapsın... 
Osmanlı Devletinde tüm yazışmalar, konuşmalar Türkçe yapılırken Romalı oluyor da, Selçuklu Devletinde tüm resmi yazışmalar Farsça yapılırken neden İran'lı olmuyor? Bu durum, Osmanlıya karşı batılıların özel bir husumetinden kaynaklandığını göstermektedir. 
Osmanlı Devletini Romalı saymak insafsız bir eleştiri olup, bu eleştiri daha çok sol çevreler ve bazı tarihçiler tarafından gündeme gelmiştir. Tarihçilerin kastı bizim insanlarımızın anladığı tarzda olmayıp, İstanbul'un fethi ile Osmanlı Devleti artık bir imparatorluk hüviyetine kavuştuğu, Roma'nın kurumlarını tevarüs ettiği ve Roma'nın geleneksel hakimiyet bölgesine sahip olduğu anlamındadır. İstanbul'un fethinden sonra Osmanlı, küçük devlet veya beylik refleksi yerine imparatorluk refleksine, Roma'nın kurumları ve yapısına hakim olmuştur denilmektedir. Fatih, Ortodokslara özgürlük verirken bir Roma İmparatoru gibi davranmıştır. Fakat aslında bu davranış bizzat İslam'ın özünde vardır ve geçmişte bunun örnekleri de bulunduğu gibi Resulullah (sav)'in Necran Hristiyanlarına tanıdığı dini özerklik de buna dayanak oluşturduğu gibi Hz. Ömer'in Kudüs'ün fethindeki tavrı da tüm İslam devletlerine ilham olmuştur.

Bugün Osmanlı'yı malesef tanımıyoruz. Tanıdığını iddia edenler da yanlış tanımaktadırlar. Kimisi hatasız ve ideal bir Osmanlı profilini ortaya koyarken, kimisi de tamamen kendi ideolojik gözlükleriyle bakıp eleştirmektedir. Bu tarz bir yaklaşımla biz Osmanlı'yı anlayamayacağımız gibi dersler de çıkartamayız.
Osmanlıya tamamen ilmi yaklaşmamız gerektiği gibi, bu tür tartışmalar Osmanlı'nın kendi ülkesinde bile hala tanınmadığını göstermekte ve Osmanlı üzerinde ciddi çalışmaların yapılması gerektiğini bize anlatmaktadır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.